Karanlık Mod
28-04-2024
Logo
İslam Akaidi – Allah’ın İsimleri (Esmaü’l-Hüsna) 1996 – Ders (01-99): Allah’ın “Melik” İsmi
   
 
 
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla  
 

“Melik” ismi, Allah Teâlâ’nın doksan dokuz isminden bir tanesidir. Kim bu isimleri sayarsa, cennete girer. Zira Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

﴾ هُوَ اللّٰهُ الَّذي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ اَلْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ سُبْحَانَ اللّٰهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿

(سورة الحشر الاية: 23)

“O, kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah’tır. O, mülkün gerçek sahibi, kutsal (her türlü eksiklikten uzak), barış ve esenliğin kaynağı, güvenlik veren, gözetip koruyan, mutlak güç sahibi, düzeltip ıslah eden ve dilediğini yaptıran ve büyüklükte eşsiz olan Allah’tır. Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır.”

(Haşr Suresi: 23)

﴾ مَالِكِ يَوْمِ الدّينِ ﴿

(سورة الفاتحة الاية: 4)

“(O), din gününün sahibidir.”

(Fatiha Suresi: 4)

Şafi Mezhebi âlimlerine göre, namazın birinci rekâtında “mâliki yevmi’d-din (Din gününün sahibidir)” şeklinde, ikinci rekâtında ise, “meliki yevmi’d-din (Din gününün meliki, hükümdarıdır)” şeklinde okumak vaciptir. Bu isim başka bir ayette de şu şekilde zikredilmektedir:

﴾ فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِندَ مَلِيكٍ مُّقْتَدِرٍ ﴿

(سورة القمر الاية: 55)

“Kudret Sahibi Melik’in (hükümdarın) huzurunda, sadıklar makamındadır.” 

(Kamer Suresi: 55)

Bu ismin geçtiği dördüncü ayet şöyledir:

﴾ قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿

(سورة ال عمران الاية: 26)

“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” 

(Al-i İmran Suresi: 26)

Beşinci ayet ise, şu şekildedir:

﴾ فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿

(سورة يس الاية: 83)

“İşte O, Sübhan’dır. Her şeyin melekûtu (mülkü ve hükümdarlığı) O’nun elindedir. Ve O’na döndürüleceksiniz.”

(Yasin Suresi: 83)

“Melik” İsminin Tanımı
Melik; Her türlü davranış ve fiile gücün yetmesidir. O zaman, Allah Teâlâ’nın bu ismi zatî ve fiilî isimlerindendir. Zatî isim olması açısından manası, her türlü davranış ve fiile gücü yetmek anlamına gelirken, fiilî isim olması açısından, tasarrufta ve davranışta bulunan,  manasına gelmektedir.
Bir Kutsi hadiste şöyle buyrulmaktadır:

 

(( أنا ملك الملوك، ومالك الملوك، قلوب الملوك بيدي، فإن العباد أطاعوني حولت قلوب ملوكهم عليهم بالرأفة والرحمة، وإنِ العبادُ عصوني حولت قلوب ملوكهم عليهم بالسخط والنقمة، فلا تشغلوا أنفسكم بسب الملوك، وادعوا لهم بالصلاح، فإنّ صلاحهم بصلاحكم ))

“Ben hükümdarların hükümdarıyım, onların da sahibiyim, o kralların kalpleri benim elimdedir. Kullarım bana itaat ederlerse, başlarındaki hükümdarların kalplerini, onların lehine çevirir, lütuf ve merhamet ile doldururum, eğer bana isyan ederlerse, o zaman da hükümdarlarının kalplerini, onların aleyhine çevirir, öfke ve gazap ile doldururum. Başınızdaki hükümdarlar sebebiyle üzülmeyin, onların ıslahı için dua edin, zira onların ıslahı sizin ıslahınızla, mümkündür.”

Allah: Meliktir yani hükümdardır, hatta hükümdarların da hükümdarıdır. Bunun manası, mülk edinilen, sahip olunan her şeyin asıl sahibi Allah Subhanehu ve Teâlâ’dır. Bazı âlimler der ki: Melik, hükmeder, ama sahip olmaz; Malik ise, sahiptir, elde edendir ama hükmedemez. Allah Teâlâ ise, hem Melik, hem de Maliktir. İnsan bazen bir şeye sahip olur ama ondan faydalanamaz, onun üzerinde tasarruf yetkisi olmaz. Bazen de bir şeyden faydalanır, onu kullanmaya yetkisi vardır ama onun sahibi değildir. Bazen ise, bir şeye sahip olur, ondan faydalanır ve onu kullanır da, fakat sahip olduğu şey tamamen, hayatının sonuna kadar onun değildir. Mesela, bir kişinin dinen de hukuken de sahip olduğu, içinde yaşadığı bir evi vardır, bir gün ev ile alakalı istimlâk yani kamulaştırma kararı çıkar ve sonuçta artık ev, bu kişiye ait olmaktan çıkar. O zaman, Allah Teâlâ Mülkün Sahibidir dediğimiz zaman, kastımız şudur; Allah Teâlâ varlığa sahiptir, onun üzerinde tasarruf yetkisi vardır ve bu varlık sonsuza kadar yine O’na aittir. Mülkiyet yani sahibiyet derecelerinin en üst makamı, Allah Teâlâ’nın Mülkiyetidir.
Bedevinin birine sahip olduğu koyunlar kastedilerek “Bunlar kimin?” diye soruldu. O ise şöyle cevap verdi: “Allah’ındır, şimdilik benim elimdedir”. Nitekim gerçek mümin: Evinin, dükkânının, arabasının, deneyimlerinin, makamının ve diplomasının Allah’a ait olduğunu düşünür. Mesela; alanında en iyi olan doktor, beyin damarlarından biri tıkandığı zaman, hafızasını kaybeder ve sonu akıl hastalıkları hastanesi olur. O zaman, kimdir mülkün sahibi? Tabi ki yüce Allah’tır.
Görmeni sağlayan bu gözün sahibi kimdir? Allah Teâlâ’dır. Bu kulaklar, bu dil, bu hareket, bu kuvvet ve evet ihtiyaç duyduğun, sahip olduğunu düşündüğün her şey, Allah Azze ve Celle’nin mülküdür, O’na aittir. Cenab-ı Hak, bunu kullanmana izin vermiştir. Ey filanca kişi, bu sürü kimindir? Allah’ındır, ama benim elimdedir. Evin Allah’ındır, ama sen de emanettir, dükkânın, itibarın, aklın, zekân, bunların hepsi Allah’a aittir ama sana emanettir.
Şimdi, “Filanca meliktir, yani bir nesneye veya bir mala sahiptir” dediğimiz zaman, gerçeği de kastediyor olabiliriz, mecazen de bu sahibiyeti o kişiye yüklemiş olabiliriz. Burada âlimler der ki: Allah’tan başka hiçbir varlığın bir şeye gerçek manada sahip olması mümkün değildir, yani mülkiyet vasfı sadece Allah’a aittir. O kişi ise yalnızca mecazi manada malının sahibidir. Çünkü melik, zatında ve sıfatlarında yaratılmış olan hiçbir şeye ihtiyaç duymaz. Peki, melik diye vasıflandırdığımız bir insan, diğer varlıklara ihtiyaç duymaz mı? Yemez mi, içmez mi, nefes almaz mı, uykuya ihtiyaç duymaz mı, korkmaz mı, üzülmez mi, çokça yardımcısı olsun istemez mi? Öyleyse zatında ve sıfatlarında her zaman bir başkasına ihtiyaç duyan insan, gerçek manada Melik olamaz. Gerçek Melik ancak Allah’tır. O halde birini Melik, sahip diye vasıflandırdığımız zaman kastımız mecazi manadır.
Gerçek manada Melik, zatında ve sıfatlarında hiçbir varlığa ihtiyaç duymaz, tüm varlıklar O’na muhtaçtır. Hiçbir şey O’ndan müstağni kalamaz. O, zatında, varlığında, sıfatlarında Melik’tir, hiçbir şeye de muhtaç değildir, her şey O’na muhtaçtır. İşte bu ince özellik Allah’tan başkası için kullanılamaz. Dolayısıyla gerçek Melik Allah’tır. Kendisini bir evin, dükkânın, ticaretin veya şirketin Meliki yani sahibi olarak niteleyen kişi, mecazi manada bir mülkiyeti kastetmektedir. Yerini ve büyüklüğünü iyi bil, zira Allah Teâlâ haddini bilen ve sınırı aşmayan kuluna merhamet eder.
Allah Subhanehu ve Teâlâ Maliktir ve mülkiyetini devredendir. Sana bir mülkü devredemeyen kişi zaten Melik olamaz. Mülkiyet devredebiliyor olmak bu ismin gereklerindendir. Allah Teâlâ Malik ve Mümellik (Mülkiyet devreden) isimlerini de taşımaktadır. Bunun delili ise, şu ayettedir:

﴾ قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿

(سورة ال عمران الاية: 26)

“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.” 

(Al-i İmran Suresi: 26)

Gerçek Melik, Nefsinin arzu ve isteklerine sahip olan kişidir. Arzu ve isteklerin kendisine hükmettiği kişi değil! Kendini kurtaramayan kişi, kendine bile sahip değildir. Zira Allah Tela şöyle buyurur:

﴾ رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنُيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ ﴿

(سورة يوسف الاية: 101)

“Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyiler arasına kat.”

(Yusuf Suresi: 101)

Bu ayet çok ince bir manaya sahiptir: Yusuf (a.s.) kendisini Allah Teâlâ’nın kendisine mülk verdiği bir peygamber olarak niteliyor. Peki, verilen mülk nedir? Belki de siz, verilen mülkün yeryüzünün hazineleri olduğunu sandınız?! Fakat tefsir âlimlerinin çoğu der ki: Hayır, Allah O’na gerçek mülkü verdi. Bu mülk, Allah Teâlâ’nın dilediğine verdiği geçici bir mülktü, onunla övünülecek bir üstünlük değildi. Peki, gerçek mülk nedir? Gerçek mülk, nefsine sahip olmaktır. Şöyle ki, güzellik ve makam sahibi bir kadının O’nu davet etmesine karşın, Allah Teâlâ Yusuf (a.s.)’ı korumuştur. O kadın ‘yanıma gel’ dediğinde Yusuf (a.s.), ‘bundan Allah’a sığınırım’ demiştir. Tefsir âlimleri şöyle diyorlar: İşte gerçek mülk budur, bu mülk geçici değildir, ilelebed kişiyi mutlu eder. Nefsine sahip olman, onun sana sahip olmamasıdır. Hevan ve hevesinin sana uyması, senin ona uymamandır. Arzuların sana uyduğu zaman, sen onu yönetirsen Melik olabilirsin, yine nefsine hâkim olabildiğin, nefsinin dizginlerini eline alabildiğin, şehvetlerine sahip çıkabildiğin, nefsini hayırlı ve seni mutlu edecek olan yola yönlendirebildiğin zaman Melik vasfına erişebilirsin. Ama nefsin seni, dalalete, şehvetlere, günahlara ve hatalara doğru götürüyorsa, o zaman melik değil ancak Memlük yani yönetilen (nefsi tarafından yönetilen) bir varlık olursun. Aklın seni yönettiğinde Melik, arzu ve isteklerin seni yönettiğinde Memlük olursun. Melik (Yöneten) ve Memlük (yönetilen) olmak arasında ne kadar da büyük bir fark var!
Geçtiğimiz asırda, İkinci Dünya Savaşında ezici bir zafer kazanan Avrupalı büyük bir liderin söylediği sözü unutamam: “Dünyaya hâkim olduk ama nefislerimize hâkim olamıyoruz. Biz, nefislerimiz karşısında hep zayıfız.” Büyük bir şahsiyet, bir kadın kendisine kötü niyetle yaklaştığı zaman, onun fitnesi karşısında yenilir, teslim olur. O zaman, memlük olur. Dünyadaki her varlığın iki yok edici zayıf noktası vardır: Mal ve kadın. Yani kişi çok şeye sahiptir ve geniş bilgisi vardır, değişik güçlere sahiptir ama bir kadın, bir de dinar ve dirhem yani mal, ona sahip olur. O zaman da işte memlük olur.  Bunun için Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

((عن ابي هريرة قال: قال رسول الله صَلي الله عَلَيهِ و سلم: تَعِسَ عَبْدُ الدِينار و عَبدُ الدرهم...))

(سنن ابن ماجة)

“Ebu Hureyre, Rasulullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: “Dinar ve dirheme kul olanlar ne kadar da bedbahttırlar…”

(İbn Mace-Sünen)

Memlük yani kendisine sahip olunan kişi, malın hizmetindedir, malı ona hizmet etmez. Aslında mal senin hâkimiyetindedir ama sen onun emrine girdiğinde, ona kul olursun.

(تعس عبد الفرج تعس عبد البطن تعس عبد الخميصة.))

“Cinsel organına, karnına ve açlığına kul olan kimse ne kadar bedbahttır.)


O zaman memlük olursun. O zaman şu ayeti okumalı ve söylemelisin:

﴾ رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ المُلْكِ ﴿

“Rabbim, gerçekten bana mülk verdin”


Gerçek Mülk, nefsine sahip olman, ona esir olmaman, hevanı yönetmendir, onun seni yönetmemesidir, şehvetlerine sahip çıkman, nerde olursan ol, hak ile beraber olmandır, Allah Teâlâ’nın kitabını koruman, başkalarına acı da olsa hak olanı itiraf etmendir. İşte asıl kahramanlık budur. Müfessirlerin çoğu şu ayete işaret etmektedir:
 

﴾ رَبِّ قَدْ آتَيْتَنِي مِنَ الْمُلْكِ وَعَلَّمْتَنِي مِن تَأْوِيلِ الأَحَادِيثِ فَاطِرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ أَنتَ وَلِيِّي فِي الدُّنُيَا وَالآخِرَةِ تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ ﴿

(سورة يوسف الاية: 101)

“Rabbim! Gerçekten bana mülk verdin ve bana sözlerin yorumunu öğrettin. Ey gökleri ve yeri yaratan! Dünyada ve ahirette sen benim velimsin. Benim canımı Müslüman olarak al ve beni iyiler arasına kat.”

(Yusuf Suresi: 101)

Bazıları şöyle der: Melik, kulların kalplerine sahip olan ve onları tedirgin edendir. Geçek şu ki, insan Allah’ı bildiğinden, Allah’ı tanımaya başladığından beri, aşkın girdabına girmiş, onunla meşgul olmuş, önemsiz olduktan sonra yücelmiştir. Yani mümin endişelidir ta ki Allah’a kavuşuncaya kadar endişeli halinden bir an olsun ayrılmaz. Hep Allah’ın kendisinden razı olup olmadığını, amelinin O’nun rızasına uygun olup olmadığını, amelinin samimi mi yoksa boş mu olduğunu düşünür. Der ki, “Acaba ondan başkasından bir şey umuyor muyum?”
    Melik olan Allah ariflerin kalplerini yakar, Melik, dilediğinde mülk veren, dilediğinde de alandır:

﴾ إِنَّ بَطْشَ رَبِّكَ لَشَدِيدٌ ﴿

(سورة البروج الاية: 12)

“Şüphesiz, Rabbinin yakalaması çok çetindir.”

(Buruç Suresi: 12)

Verdiğinde, dehşete düşürür, sorumluluk verdiğinde, teftiş eder. Bize seneler önce bol yağmurlar verdi, onunla hayrete düştük ki bu yağmurlar geçtiğimiz senelerde yetmiş kat fazla buğday üretmemize sebep oldu. Yağmurlar kesildiği zaman, yeryüzündeki hangi varlık yağmurun yağması ile ilgili bir karar çıkarabilir! Bütün milletler toplansa, meclisler bir araya gelse, tüm yönetimler çaba harcasa da böyle bir şeyi gerçekleştirmeleri mümkün değildir. Yağmur yağmadığı zaman ise ekinler yok olur, onun peşinden hayvanlar, arkasından da insan yok olur.
Bizler küçük kullarız, Çünkü göklerin suyuna, yağmuruna muhtacız:

﴾ قل أَرَأَيْتُمْ إِنْ أَصْبَحَ مَاؤُكُمْ غَوْرًا فَمَن يَأْتِيكُم بِمَاء مَّعِينٍ ﴿

(سورة الملك الاية: 30)

“De ki: “Söyleyin bakalım: Suyunuz çekiliverse, size kim temiz bir akarsu getirir?”

(Mülk Suresi: 30)

Tabi ki de Allah Azze ve Celle. Melik, dilediğinde verir, dilediğinde de söker alır. Hak olan Melik’e, muhalifleri karşı gelemez, gerçek manada düşmanlık edemez, muhalefet olamaz, eleştiremez, hiçbir eleştiri yapan kişi, onu engelleyemez. Her şey sadece onun takdirinde ve tedbirindedir. Onun emirleri ve hükümleri reddedilmez. Melik, gökcisimlerinin hükmü ile döndüğü varlıktır.
    Allah Teâlâ bir ayette mülkiyet yani bir şeye sahip olabilme ile ilgili beş madde zikretmiştir:

﴾ قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ ﴿

(سورة ال عمران الاية: 26)

“De ki: “Ey mülkün sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin. Dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini aziz edersin, dilediğini zelil edersin. Hayır, senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye hakkıyla gücü yetensin.”

(Al-i İmran Suresi: 26)

Âlimler buradaki mülk kavramını ahiret mülkü olarak tefsir ettikleri gibi, dünya mülkü olarak da tefsir etmişlerdir. Eğer müminsen, doğru yolda ilerlemekteysen, sadıksan, ihlâslıysan ve iyi amellerde bulunuyorsan Melik vasfına sahipsindir. Fakat malın ve çocukların fayda vermediği o ahiret gününün mülkü, ancak Allah Teâlâ’ya selim bir kalp ile gelmektir. İmam Ali (r.a) şöyle söylemiştir: “Zenginlik ve fakirlik, Allah Teâlâ’ya arz ettikten sonradır.” Zira Allah Teâlâ da şöyle buyurmuştur:

﴾ تُؤتِي المُلْكَ مَنْ تَشَاءُ ﴿

“Mülkü dilediğine verirsin”


Fakat kimi dilersin? O zaman da Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

﴾ وَاللهُ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ الي صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ ﴿

“Allah dilediği kimseyi doğru yola iletir.”

Dilediğini doğru yola iletir ne demektir? Yani, Allah Teâlâ hidayeti isteyeni doğru yola iletir.
“Dilediğini de yoldan saptırır.”
Kim dalaleti, yoldan sapmayı istiyorsa, Allah Teâlâ onu yoldan çıkarır. Zira hidayet ve dalaletin aslı, karşılık manasındadır, tercihe dayalı bir hidayet veya dalalet vermesi meselesidir. Nitekim Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

﴾ وَإِذْ قَالَ مُوسَىٰ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ لِمَ تُؤْذُونَنِي وَقَدْ تَعْلَمُونَ أَنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ ۖ فَلَمَّا زَاغُوا أَزَاغَ اللَّهُ قُلُوبَهُمْ ۚ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ ﴿

(سورة الصف الاية: 5)

“Bir zaman Musa kavmine: Ey kavmim! Benim, Allah´ın size gönderdiği elçisi olduğumu bildiğiniz halde niçin beni incitiyorsunuz? Demişti. Onlar yoldan sapınca, Allah da kalplerini saptırmıştı. Allah, fâsıklar topluluğunu doğru yola iletmez.” 

(Saf Suresi: 5)

﴾ تُؤتِي المُلْكَ مَنْ تَشَاءُ ﴿
“Mülkü dilediğine verirsin.”


Allah Teâlâ hidayeti onu isteyene verir, mülkü de dilediğinden çeker alır: Çünkü o dini terk etmiş, Allah’ın rahmetine, büyük vadine yüz çevirmiş, dünyayı ve arzularını istemiştir, insan eğlenceye, arzularına, eğlence mekânlarına, günahlara ve kendisini mahvedecek işlere yönelmiştir.
Dünya mülkü ile ilgili de; Allah onu isteyene de istemeyene de verir, fakat ahiret mülkünü sadece isteyene verecektir.
İkinci mana: Dünya mülkü ile ilgili Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:

﴾ وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ الْأَرْضِ وَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ لِيَبْلُوَكُمْ فِي مَا آتَاكُمْ ۗ إِنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ الْعِقَابِ وَإِنَّهُ لَغَفُورٌ رَحِيمٌ﴿

(سورة الانعام الاية: 165)

“O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapan, size verdiği nimetler konusunda sizi sınamak için bazınızı bazınıza derece derece üstün kılandır. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır. Şüphe yok ki O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

(Enam Suresi: 165)

Bu evi sana kim verdi? Allah Teâlâ tabi ki. Bu ev kimindi? Filanca kişinindi. Onu nasıl sattı? İşleri konusunda sıkıntı yaşadı ve sattı. Bu eve onu kim hâkim kıldı, kim emanet olarak verdi? Tabi ki Allah Celle Celaluhu. Peki, bu işi sana kim nasip etti? Onu da Allah Teâlâ nasip etti. Falanca kişi neden işinden atıldı? Allah Teâlâ’nın hikmeti ve belirlediği kader böyleydi. O zaman başka bir mana da şöyle oluyor: ‘Dilediğine mülkü verirsin’, dünyevi manadadır. Zira Allah Teâlâ ayette şöyle buyuruyor:

﴾ وَهُوَ الَّذِي جَعَلَكُمْ خَلَائِفَ الْأَرْض ﴿

“O, sizi yeryüzünde halifeler (oraya hâkim kimseler) yapandır)


Buradaki hikmeti nedir? Neden filancaya mülk verir de, filanca kişiye vermez? Filancaya mülk verir de, diğerinden neden çekip alır? Niçin birini yüceltirken, diğerini düşürür? Cevap şudur:

﴾ لِيَبْلُوَكُم أيُّكُم أحسَنُ عَمَلاً ﴿

“ Hanginizin amelinin daha güzel olduğunu görmek için”

Allah seni fakirlik ve zenginlikle, sağlık ve hastalıkla, zayıflık ve kuvvetle imtihan eder. Eğer kul isyankâr ise ona olan cevap şudur:

﴾ إنَّ رَبَّكَ سَرِيعُ العِقَابِ ﴿

“Muhakkak ki rabbin, süratle cezalandırandır.”

Eğer itaatkârsa da şöyle bir cevap verilir:

﴾ وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِّمَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا ثُمَّ اهْتَدَى ﴿

(سورة طه الاية: 82)

“Şüphe yok ki ben, tövbe edip inanan ve Salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim.”

(Taha Suresi: 82)

O zaman, sizi yeryüzünün halifeleri kıldı, size dünyada imtihan vesilesi olarak birçok şans verdi. Ahirette de bu seçimlerinizin karşılığını dağıtacaktır. O, mülkün sahibidir: İster ahiret mülkünü versin, ister dünya mülkünü, ister ikisini birden kullarına versin, o her zaman bu mülkün asıl sahibidir:
 

Dünya ve din bir arada, imanla geçirildiğinde ne güzeldir
Küfür ve kişinin iflas etmesi ise ne kötüdür.

﴾ و تعز من تشاء و تذل من تشاء ﴿

“Dilediğini yüceltir, dilediğini de zelil eder, alçaltırsın”


İzzet ve zillet konusuna girdik. Burada ince bir nokta vardır: Allah Teâlâ sana izzet verir, yüceltirse, düşmanlarını senin emrine verir. Eğer zelil olmanı, alçalmanı isterse de, sana en yakın insanların gözünde bile seni alçaltır.

﴾ و مَنْ يُهن الله فما له من مُكرِم ﴿
“Allah kimi alçaltırsa, artık ona saygınlık kazandıracak kimse yoktur.”

 

Tüm izzetini Allah’a tahsis et, zira o bunu lütfetmiş, sabit kılmıştır.
Ölmüş biri ile iftihar edersen bil ki, izzetin de ölmüştür

***

O zaman, Allah Teâlâ’nın Melik olma özelliği, içinde yüceltmeye ve alçaltmaya kadir olmayı da barındırır, öyleyse aziz olan Allah ile beraber ol!

Emrimize uy, senin için gizlediklerimizi ortaya çıkaralım, şüphesiz, bizi sevenlere rızayı lütfettik
Bizim korumamıza sığın ki, seni, yarattıklarımızın şerrinden koruyalım.

﴾ بِيَدِكَ الخَيْر ﴿

“Hayır, senin elindedir (senin kudretindedir)”


O zaman zelil olma yani alçaklık hayırdır, mülkün çekip alınması hayırdır. Ama insan nazarında şer olarak adlandırılır.

﴾ تُولِجُ اللَّيْلَ فِي الْنَّهَارِ ﴿
“Geceyi gündüze sokarsın.”

Evrenin yönetilmesi, yürütülmesi, dünyanın güneşin etrafında elips şeklinde belirli bir yörüngede dönmesi, bunların hepsini kim yapıyor? Evrende olan cisimleri yörüngelerinden çıktıkları zaman aynı yörüngede döndürmeye devam edecek bir güç var mıdır? Bu yörüngeden çıktıkları zaman işleri biter ve diğer gezegenlere doğru çekilmeye başlarlar.!!

﴾ إِنَّ اللَّهَ يُمْسِكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ أَن تَزُولَا وَلَئِن زَالَتَا إِنْ أَمْسَكَهُمَا مِنْ أَحَدٍ مِّن بَعْدِهِ إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا ﴿

(سورة فاطر الاية: 41)

“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, yok olup gitmesinler diye (kurduğu düzende) tutuyor. Andolsun, eğer onlar (yörüngelerinden sapıp) yok olur giderlerse, O’ndan başka hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), çok bağışlayandır.”

(Fatır Suresi: 41)

Allah onları yörüngelerinde tutar. Bir tren raydan çıktığında, annesini emen bir çocuğun, küçük bir karıncanın veya sineğin onu tekrar rayına oturtması mümkün müdür?

﴾ وَلَئِن زَالَتَا إِنْ أَمْسَكَهُمَا مِنْ أَحَدٍ مِّن بَعْدِهِ ﴿
“Andolsun, eğer onlar (yörüngelerinden sapıp) yok olur giderlerse, O’ndan başka hiç kimse onları tutamaz.”


Yeryüzünü saniyede 30 km kim yürütebilir? Onu saatte kim 1600 km hızda döndürebilir? Kim onu bu büyüklükte yaratabilir ve güneşe belirli mesafede tutabilir? İşte bunları, Melik ismi ile yapan Allah’tır.

﴾ تُولِجُ اللَّيْلَ فِي الْنَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الَمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ وَتَرْزُقُ مَن تَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿

(سورة آل عمران الاية: 27)

“Geceyi gündüze sokarsın, gündüzü geceye sokarsın. Ölüden diriyi çıkarırsın, diriden ölüyü çıkarırsın. Dilediğine de hesapsız rızık verirsin.”

(Al-i İmran Suresi: 27)

Bitkilerin, insanların ortaya çıkışı, doğumu, hayvanların ve bitkilerin çoğalması.

﴾ تُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ ﴿
“Ölüden diriyi çıkarırsın.”

Bir zeytin tohumu sana odun parçası olarak görünüyor ama onun içinde bir ağaç gizlidir. İşte hayatın şekli, hayatın devri böyledir. Kışın kupkuru bir odun gibi olan ağaç, birde bakmışsın bahar gediğinde yemyeşil oluverir.
Bir seferinde Hz. Ömer, Hz. Amr b. As’tan Mısır’ı tarif etmesini istedi ki Amr b. As güzel hitabeti olan biriydi. Şöyle dedi: Ey Müminlerin Emiri, Mısırın yürüme mesafesi ile uzunluğu bir aylık, genişliği ise on günlük bir mesafedir. Ortasından gündüz ve gece yolculukları mübarek olan bir nehir geçmektedir. Müminlerin Emiri, orası simsiyah manzara (toprağı siyahtır ve bereketlidir), beyaz inci (Nil nehrinin etrafı) ve yeşil süstür. Dilediğini yapmaya kadir olan Allah Teâlâ bu mekânı bereketli kılmıştır. Mısır kışın başka, Nil nehri taştığında başka, yazın ve bahar aylarında başka güzeldir. 
    O zaman Melik’in manası, günleri gecenin arkasından getiren, ölüden diriyi ve diriden ölüyü çıkarandır. Ölünün diriden, dirinin de ölüden çıkması ayetinin manalarından biri de, kâfir birinden mümin, mümin bir kimseden de kâfir çocuğun doğabilmesidir.

﴾ وَنَادَى نُوحٌ رَّبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابُنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنتَ أَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ -  قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَلاَ تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَن تَكُونَ مِنَ الْجَاهِلِينَ ﴿

(سورة هود الاية: 45-46)

“Nuh, Rabbine seslenip şöyle dedi: “Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin elbette gerçektir. Sen de hükmedenlerin en iyi hükmedenisin. Allah, “Ey Nûh! O, asla senin ailenden değildir. Onun yaptığı, iyi olmayan bir iştir. O hâlde, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi benden isteme. Ben, sana cahillerden olmamanı öğütlerim” dedi.”

(Hud Suresi: 45-46)

Mülkiyet ile alakalı başka bir madde:

﴾ و تَرزُقُ مَن تَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَاب ﴿

“Dilediğine hesapsızca rızık verirsin”

Allah Teâlâ bazen güçsüz bir kişiye rızık verir, bazen de güçlü ve zeki bir insanı fakirleştirir. Bu yüzden ticaretle uğraşan kişiler ‘Allah katında zeki tüccar yoktur’ derler. Müminlerin kâfirlere bedduası şöyledir: “Allahım onları, tedbirlerinde yok et.” Kâfir, tedbir alır ama birde bakmışsın kendini mahvetmiş.
Burada bir soru karşımıza çıkar: Kul bir malın kendisine verilmesi ile o mala sahip olabilir mi? Eğer bir kişi sana bir malı devretse, sen o malın sahibi olur musun? Bu düşünceyi nasıl tartışırız? ‘Bu evin sahibi, bu aracın sahibi, yirmi dört ayar tam otomatik makine senindir.’ Bu sözler bizim sözlerimizdir ve bunlarda büyük bir yanlış yoktur. Âlimler derler ki: En doğrusu, insan için “bir şeyin sahibidir” diyemeyiz. Neden? Çünkü bir başka şeyi kullanma özgürlüğü, kendi varlığını müstakil olarak kullanabilmenin bir parçasıdır. Kul kendisi ile alakalı tam bir özgürlüğe kesinlikle sahip değilken başka bir şeyde tasarruf etmeye nasıl kadir olabilir. Bu yüzden Rabbimiz önce Rasulullah (s.a.v.)’e, sonra da tüm kullarına şöyle söylemelerini öğretmektedir: 

﴾ قُل لاَّ أَمْلِكُ لِنَفْسِي نَفْعًا وَلاَ ضَرًّا إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ وَلَوْ كُنتُ أَعْلَمُ الْغَيْبَ لاَسْتَكْثَرْتُ مِنَ الْخَيْرِ وَمَا مَسَّنِيَ السُّوءُ إِنْ أَنَاْ إِلاَّ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ ﴿

(سورة الاعراف الاية: 188)

“De ki: “Allah dilemedikçe ben kendime bir zarar verme ve bir fayda sağlama gücüne sahip değilim. Eğer ben gayb-ı biliyor olsaydım, daha çok hayır elde etmek isterdim ve bana kötülük dokunmazdı. Ben inanan bir kavim için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.”

(Araf Suresi: 188)

Eğer peygamber kendisine bir fayda veya zarar verme gücüne sahip değilse, başkalarına fayda ya da zarar verebilir mi? Cevap, Tabi ki hayır. Daha doğrusu, eğer oğluma hidayet vermekten acizsem! Senin oğluna hidayet verebilir miyim? İmkânsız! Öyleyse kesin ve sabit olan şudur ki, Allah Subhanehu, gerçek Melik’tir, her şeyin asıl sahibidir. İnsanın bir şeye sahip olması ise mecazi bir mülkiyettir. Mesela, Dışişleri Bakanlığında çalışan bir memur şöyle dese: “Filanca kişiyi büyük elçi olarak atadık” Bu söz mecazi bir sözdür. Zira onu tayin eden, o memur değil, bakandır. Aslında hakikat de şudur: Bu kişiye, o makamı veren, yine Allah Teâlâ’dır.
Mesela, bir köle ne zaman seferi (yolcu) olur? Efendisi seferi olduğu zaman. Peki, ne zaman mukim (yolcu olmama durumu) olur? Yine efendisi mukim olduğu zaman. Bu kölenin, efendisinden ayrı olarak hareket etme özgürlüğü var mıdır? Hayır. Öyleyse, bir evin tapusuna sahipsen, o evin sana Allah tarafından mülk olarak verildiğini hissetmelisin. Çünkü beklenmedik bir anda onu satabilirsin. Vücudunda bir hastalık belirse ve sana “bu ameliyatın maliyeti, 800000 lira, artı yolculuk ve konaklama ücreti ve bunu döviz ile ödeyeceksin.” deseler, neticede o ev senin ameliyat paran olacak ve sen onu satacaksın. Çünkü asıl mülkün sahibi Allah’tır. Diğer taraftan mesela tüm masraf 100000 lira tutsa, kalp kapakçığı 500000 liraya mal olsa, bu ameliyat için, sahip olduğun her şeyi feda etmen gerekebilir. Yani insan, Allah afiyet ve selamet verdiği sürece zengindir, gerçek manada zengin olan ise Allah’tır. Bu konuda çok önemli bir nokta vardır. Ona gelmeden önce Cenab-ı Hak buyuruyor ki:

﴾ ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً عَبْدًا مَّمْلُوكًا لاَّ يَقْدِرُ عَلَى شَيْءٍ وَمَن رَّزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقًا حَسَنًا فَهُوَ يُنفِقُ مِنْهُ سِرًّا وَجَهْرًا هَلْ يَسْتَوُونَ الْحَمْدُ لِلّهِ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ ﴿

(سورة النحل الاية: 75)

“Allah, hiçbir şeye gücü yetmeyen ve başkasının malı olan bir köle ile kendisine verdiğimiz güzel rızıktan gizli ve açık olarak Allah yolunda harcayan kimseyi misal verir. Bunlar hiç eşit olur mu? Hamd Allah’a mahsustur, fakat onların çoğu bilmezler.”

(Nahl Suresi: 75)

Kul, köle olduğu zaman hiçbir şeye gücü yetmez, o zaman malik olabilir mi? Yani diğer insanların sahip olduğu şeylerde herhangi bir tasarruf hakkı var mıdır? Tabi ki bu imkânsızdır. Fakat ayet-i kerime de şöyle buyruluyor:

﴾ فِي بِضْعِ سِنِينَ لِلَّهِ الْأَمْرُ مِن قَبْلُ وَمِن بَعْدُ وَيَوْمَئِذٍ يَفْرَحُ الْمُؤْمِنُونَ ﴿

(سورة الروم الاية: 4)

“Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah'ındır. Ve o gün müminler sevineceklerdir.”

(Rum Suresi: 4)

İyi düşün ve tefekkür et Ey Mümin kardeşim, emir her zaman Allah’ın kudretindedir. Yoksa bu ayeti nasıl tefsir ederiz:

﴾ يومَ لَا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِّنَفْسٍ شَيْئًا وَالْأَمْرُ يَوْمَئِذٍ لِلَّهِ ﴿

(سورة الانفطار الاية: 19)

“O gün kimse kimseye hiçbir fayda sağlayamayacaktır. O gün buyruk, yalnız Allah’ındır.

Emir, buyruk yalnız Allah’a aittir. Başka bir ayette de Allah buyuruyor ki:

﴾ لله الأمْرُ مِنْ قَبْلُ وَمِنْ بَعْد ﴿
“Bundan önce de, sonra da emir Allah’a aittir.”

Yine başka ayetlerde şöyle buyuruyor:

﴾ ثُمَّ رُدُّواْ إِلَى اللّهِ مَوْلاَهُمُ الْحَقِّ أَلاَ لَهُ الْحُكْمُ وَهُوَ أَسْرَعُ الْحَاسِبِينَ ﴿

(سورة الانعام الاية: 62)

“Sonra hepsi, gerçek sahipleri Allah’a döndürülürler. İyi bilin ki hüküm yalnız O’nundur. O, hesap görenlerin en çabuğudur.”

(Enam Suresi: 62)

﴾ وَهُوَ اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ لَهُ الْحَمْدُ فِي الْأُولَى وَالْآخِرَةِ وَلَهُ الْحُكْمُ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿

(سورة القصص الاية: 70)

“O, Allah’tır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Dünyada da ahirette de hamd O’na mahsustur. Hüküm yalnızca O’nundur. Kesinlikle O’na döndürüleceksiniz.” 

(Kasas Suresi: 70)

Dünyada hüküm kime aittir? Allah’a ait değil midir? Başka bir örnek şudur:

﴾ وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿

(سورة هود الاية: 123)

“Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allah’a mahsustur. Bütün işler O’na döndürülür. Öyle ise O’na kulluk et ve O’na tevekkül et. Rabbin yaptıklarınızdan habersiz değildir.”

(Hud Suresi: 123)

Yine Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

﴾ صِرَاطِ اللَّهِ الَّذِي لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ أَلَا إِلَى اللَّهِ تَصِيرُ الأمُورُ ﴿

(سورة الشوى الاية: 53)

“(O yol) göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın yoludur. Dikkat edin, bütün işler sonunda Allah’a döner.”

 

O zaman her şey kimin kudretiyle olur? Burada âlimler mükemmel bir noktanın üzerinde durur ve şöyle derler: Gerçek şu ki, emir önceden de, sonra da Allah’ın kudretindedir. Hüküm her zaman Allah’a aittir, bütün emirler de hep O’na döndürülecektir. Fakat gafil, korkak, zayıf kâfirler, dünyada emrin, buyrukların Zeyd’in, Ubeyd’in, yani herhangi bir kulun elinde olduğunu, hükmün filanca kişiye ait olduğunu zannediyorlar. Ama ahiret günü gelip çattığında, bütün yaratılmış varlıklar, emrin de, hükmün de Allah’a ait olduğunu ve her şeyin O’na döndürüleceğini görecekler. Fakat marifet bunu doğru zamanda görmek ve fark etmektir.
O zaman, o başıboş kâfirler ve küfrü sıradan bir şey olarak görenler, asıl o gün emir ve hükmün Allah’a ait olduğunu, her şeyin O’na döndürüleceğini görecekler. Fakat onlar dünyada bunu Allah’a değil, Allah’tan başka evliyalara, güçlü merkezlere atfederler, onlara taparlar. Fakat kıyamet günü gerçekleri görecekler.
Öyleyse, mesele sadece zaman meselesidir. Ya bu dünyada ölüm gelip çatmadan gerçekleri uygun zamanında görecekler, ya da kıyamet günü mecburen anlayacaklar ama bu onlar için büyük bir hüsran olacak. O zaman marifet, diğer hakikatlerle birlikte bunu da görmek için kıyamet gününü beklemek değil, ondan istifade edebilmek için gerçeği doğru zamanda görebilmektir.
Başka bir şey daha var; Kul neden mutlak malik olamaz? Denir ki, çünkü o kendini her şeyden müstağni kılamaz. Farz edelim ki, bir melik var ve onun büyük bir serveti var. Tebaasındaki halka hiçbir surette ihtiyacı yok. Peki, havadan, sudan, yemekten, evlenmekten de kendini müstağni kılabilir mi?! yani bunlara ihtiyacı olmadığını düşünebilir mi? İşte bunun için Abbasi Halifesi Harun Reşid, devletini dünyanın en uzak mesafesine kadar genişlettiği zaman, bir bardak su istemişti. Zeki bir veziri şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri, bu bardak alıkonsa, onu satın almak isteseniz, kaç paraya alırsınız?” Halife de: “Mülkümün yarısına” dedi. Vezir: “Peki, içtiğiniz o suyu vücudunuzdan çıkarmanız, hacet gidermeniz yasaklansa?” diye sorunca Halife, “mülkümün diğer yarısını veririm” buyurunca, vezir şöyle söyledi: “O zaman servetiniz bir bardak suya eşittir.”
Kahire Müzelerinden birinde, Tutankhamun isimli Mısır Firavununun serveti bulunmaktadır ve kabrinin tamamı açılmıştır. Tabi yanında vasfı mümkün olmayan değer ve güzellikte altın, takı, malı mülkü de gömülmüştür. Fakat bir noktada duralım: Bu Firavun on sekiz yaşında gençken vefat etmişti, tabut ve ceset çok kısaydı. O zaman dedim ki Subhanallah! İnsan her ne kadar kral da olsa, yığınla serveti de olsa, Allah’ın izni ile hayatta kalabiliyor. Bu firavunun Mısır’ın tamamı, Mısır’ın tüm serveti elindeydi. Bununla beraber Allah onun canını daha on sekizinde aldı. Kabri altından inşa edilmiş, her türlü göz alıcı ziynetle süslenmişti. Ama o çok genç yaşta vefat etmişti. Malı ona fayda vermemiş ve ölüm onu almıştı. Evet, mülkü vardı ama boştu.
Krallardan biri, Salihlerden biri ile görüştüğünde ona; “neye ihtiyacın varsa bana söyle” dedi. Bu Salih kimse de, hükümdara, “Bana mı ihtiyacımı soruyorsun?!” diye sorunca, O da “evet” dedi. Bunun üzerine Salih kimse, “benim iki kulum var ki, onlar senin efendin olmuşlar” dedi. Hükümdar bunların ne olduğunu sorduğunda da, onların hırs ve uzun emel, beklenti olduğunu söyledi ve devam etti: “Hırs, dünyaya karşı heves ve arzulardır, emel ise uzun beklentilerdir. Bunlar benim kölemdir, fakat senin efendindir. Ya onlara galip gelirsin, ya da onlar sana galip gelirler, ya sen onlara sahip olursun, ya da onlar sana sahip olurlar.” İşte, insan arzularına hâkim olabildiği zaman ancak hükümdar olabilir.
Salih kullardan biri şöyle anlatıyor: Asvan’da bir iş için bulunuyordum. Güzel bir kadın gözüme çarptı, kalbim de ona meyletti. O sırada Allah’tan yardım istedim, bu haramdan sakındım ve geçip gittim. O gece uyuduğumda rüyamda Hz. Yusuf’u gördüm. Ona “Sen Yusuf musun?” dedim. O, “Evet” deyince “Seni Aziz’in karısına karşı koruyan Allah’a hamdolsun” dedim. Bunun üzerine Yusuf (a.s.) da bana şöyle buyurdu: “Seni de Asvan’lı kadına karşı koruyan Allah’a hamdolsun.” İşte asıl mülk, Allah Teâlâ’ya itaat etmektir.
Yusuf (a.s.) saraya ilk girdiğinde köleydi, sonra hükümdar oldu. Onun bir zamanlar köle olduğunu bilen bir cariye onu, hükümdarın konvoyunda görünce şöyle dedi: “İtaatinden dolayı köleleri hükümdar yapan, isyanından dolayı da bir hükümdarları köle yapan Allah’ı tüm noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Şefik el-Belhî’nin şöyle anlattığı rivayet edilir: “Yeni tövbe ettiğim sıralarda, bir çocuk gördüm. O sene kuraklık vardı ve bu çocuk sürekli şakalar yapıyordu. Kuraklıktan dolayı da insanlar üzüntü ve keder içindeydi. Ben de çocuğa “Bu rahatlık nedir böyle, utanmıyor musun, görmüyor musun ki insanlar nasıl bir imtihan içindedir?” dedim. O da “Benim üzülmem doğru olmaz, benim efendim, bu kuraklığın bulunduğu köyün sahibidir, ihtiyacım olan her şeyi bana temin eder.”deyince, kendi kendime dedim ki; “Bu çocuk efendisi köyün sahibi olduğundan kederlenmiyor da benim efendim “Malike’l-Mülk” iken, her türlü mülkün sahibi iken, benim kederlenmem nasıl doğru olur?” dedim, kendime geldim ve tövbe ettim. – Bu çocuk ona tövbe ile ilgili bir ders vermişti- O zaman insanlar tedbir alsa da, almasa da asıl tedbir alan, her şeyi düzenleyen Allah Teâlâ’dır:

Sıkıntılarını dile getirmeyi bırak, bütün her şey olacağına varır
Hayırlı olana hemen sevin, böylece yaşadığın kötü şeyleri unutursun
Rabbini kızdıracak bir şey yaptığında, cezasına razı ol
Çünkü o belki sıktıkça sıkar, belki de fezayı genişletir
Allah dilediğini yapar, itiraz etme
Allah güzel şeylere seni döndürür, geçirdiğin kötü zamanları unut.

Nice felaketler vardır ki, zenginlik onları iyice daraltır
Onlar sana doğru gelir, ama Allah sana çıkış yolunu gösterir
Çemberi sağlamlaştıkça seni sıkmaya devam eder
Ama hiç bitmeyecek sandığın anda Allah seni ferahlatır

Duydum ki; geçen sene İtalya’da bütün yıl yağması gereken yağmur bir gecede yağmış. Allah Teâlâ bizi normal oranların üzerinde sayılan sağanak yağmurla da rızıklandırmaya kadirdir. Yağmur gecikse bile bu böyledir. Çünkü emir Allah’ın kudretindedir. Fakat unutmayın ki, Allah Teâlâ’nın kanun koyması, edeplendirmek içindir, acziyetinden dolayı değildir. İmanın edeplerinden biri de, Allah Teâlâ’nın Melik olduğuna inanmaktır. Allah’ın kudreti, kulun elinde olan şeylerden çok daha sağlamdır. Eğer insanların en zengini olmak istiyorsan, Allah ile beraber ol ki, O’nun gücü senin kudretinden çok daha sağlamdır. Eğer insanların en güçlüsü olmak istiyorsan da, Allah’a tevekkül et. İnsanların en değerlisi olmak istiyorsan eğer, o zaman da Allah’a karşı takva sahibi ol, O’ndan sakın.
Bir gün Hatim’ül-Esam oruçluydu. Akşam olduğunda, iftar yemeği getirildi. O sırada bir dilenci geldi ve bu zat iftar yemeğini ona verdi. Ardından kendisine renk renk yiyeceklerin bulunduğu başka bir tabak getirildi. Bu sefer de başka bir dilenci geldi, o yine yemeğini verdi. Sonra gözlerini bir açtı ki, önünde dinarlar duruyor. Kendine hâkim olamadı ve bağırdı: “el-gavsu mine’l-Halef (Bu yardım hemen iyiliğin arkasından geldi)” Komşuları arasında da Halef adında biri vardı. Bunu duyan insanlar, Halef’i kastettiğini düşünerek, koşarak ona gittiler ve dediler ki: “Kardeşim, neden şeyhe eziyet ediyorsun” Daha sonra da onu el-Esam’a getirdiler ve “Bu Halef’tir senden özür dilemek için geldi” dediler. Bunun üzerine Esam şöyle dedi: “Ben onu kastetmedim. Allah’a bana verdiklerine karşın yeterince şükretmekten aciz kalmıştım, her sadaka verdiğimde Allah o hayrın hemen peşinden bana daha hayırlısını veriyor.”
Abdurrahman b. Avf isimli sahabi hakkında Hz. Aişe şöyle buyurdu: “Malının çokluğundan dolayı cennete emekleyerek girmesinden korkuyorum” Bunu duyan sahabi ise şöyle buyurdu: “Eğer yapabilseydim, cennete koşarak girerdim. Ben ne yapabilirim, sabah sadaka olarak yüz veriyorum, akşam Allah bana bin veriyor.”
Allah Teâlâ’nın her şeyin sahibi olduğunu bilen bir kimse şöyle dedi: “Yaratılmış bir varlığa boyun eğmeyi hor görürüm. Eğer Allah’tan başka bir hükümdar tanımıyorsan, sen de hor görürsün.” Bazıları der ki: “Kim bir kula boyun eğmekten hoşlanıyorsa, o kişiyi efendisi olarak bulur. İste, versin bakalım. Benim istediğim gibi ol, ben de sana istediğini vereyim. Şimdi Allah Teâlâ’nın gerçek hükümdar ve her şeyin sahibi olduğunu, O’ndan başka kimsenin buna gücü yetmediğini bildiğin halde, böyle düşünmek sana yakışır mı? Kim Allah’ı layıkıyla bilirse, yaratılmış varlıkların yardımına muhtaç olmaz ve böylelikle de insanlardan müstağni olur. Yani onlara ihtiyaçsız hale gelir. İnsanların ünsiyetiyle mutmain olmak iflas alametlerindendir.
Bişr el-Hafi rüyasında Müminlerin Emiri Ali b. Ebi Talib’i gördü, ona şöyle diyordu: “Ey Müminlerin Emiri bana nasihatte bulun” Hz. Ali de şöyle cevap vermişti: “Sevap umarak zenginlerin fakirlere ikramda bulunması ne kadar hoştur fakat bundan daha güzeli fakirlerin zenginlerden Allah’a olan güvenmeleri sebebiyle uzak durmalarıdır.” Sen Allah’ a güvenirsen, o seni asla fakirleştirmez, insanlara muhtaç etmez, “Zengin kimselere boyun eğip, kendini küçük düşüren kimsenin, dininin üçte biri gitmiştir.”
Şeyhlerden birine ‘bana tavsiyede bulun’ dendiği zaman şöyle derdi: “Dünyada hükümdar olursan, ahirette de hükümdar olursun.” Bu nasıl yapabilirim” dendiğinde ise şöyle cevap verirdi: “Dünyada zahit ol, o zaman hükümdar olursun, bir kimseye el açmazsan, onunla aynı makamda olursun, ama birine muhtaç olup, ondan istersen, o zaman onun esiri olursun. Senin için en güzeli onun emiri, hükümdarı olmandır. Yani dünyada hükümdar olursan ahirette de mülk sahibi olursun!”
Hasan Basri’ye şöyle soruldu: “Bu makama nasıl eriştin?” O ise şöyle cevap verdi: “Ben insanların dünya ile ilgili işlerine muhtaç olmam, ama onlar benim ilmime ihtiyaç duyarlar.” 
Sufyan b. Uyeyne şöyle dedi: “Kabeyi tavaf ederken, bir adam gördüm ve kalbim ona doğru meyletti, Salih kullardan biri olduğunu düşündüm. Yanına yaklaştım ve “ Bana kendisiyle fayda bulacağım sözler söyler misin”? dedim. Ama cevap vermedi. Tavafına devam etti, tamamlayınca Makam-ı İbrahim’de iki rekât namaz kıldı. Sonra hacerü’l-esvede gitti, oturdu, ben de oturdum. Aynı soruyu bir kez daha sordum. Dedi ki: “Allah Teâlâ’nın ne dediğini bilir misin? Belki de O ilahi varlığın nidasını işitti ve konuştu: “Ben asla ölmeyen diri bir varlığım, bana doğru gelin, bana itaat edin ki, sizleri ölmeyen diriler haline getireyim.”

﴾ عِنْدَ رَبِّهم يُرْزُقُون ﴿

“Rableri katında rızıklandırılırlar”

İnsan, kabrindeki ilk gecesindeyken, Allah Teâlâ ona şöyle buyurur:

(عبدي رجعوا وتركوك، وفي التراب دفنوك، ولو بقوا معك ما نفعوك، ولم يبقَ لك إلا أنا، وأنا الحي الذي لا يموت)

“ Ey kulum, dönüp gittiler ve seni toprağa bıraktılar, gömdüler. Seninle kalsalardı, yine bir faydaları olmayacaktı. Sana benden başka kimse kalmaz, diri olan ancak benim”

Rabbinin şöyle dediğini işitmedin mi:?

(أنا الحي الذي لا أموت فإن أطعتموني جعلتكم أحياء لا تموتون في جنة عرضها السماوات والأرض، أنا الملك الذي لا أزول هلموا أطيعوني أجعلكم ملوكاً لا تزولون ملوك الدار الآخرة أنا الملك الذي إذا أردت شيئاً قلت له كن فيكون، هلموا أطيعوني أجعلكم كذلك أي كلما دعوتموني أجبكم، كلما سألتموني أعطيتكم أنا عند ظنكم:" ولئن سألني أحدكم لأعطينه ولئن دعاني لأجيبنه)

“Ben asla ölmeyecek olan diri bir varlığım. Bana itaat edin ki, sizi genişliği yerler ve gökler kadar olan cennette, ölmeyen diriler kılayım. Ben asla kaybolmayan bir hükümdarım, bana gelin, bana itaat edin ki, sizi de ahirette mülkü yok olmayacak olan hükümdarlar yapayım. Ben bir şeyin olmasını dilediğimde, ‘ol’ derim ve oluverir. Bana gelin, itaat edin ki, hangi sözlerle dua ederseniz edin, kabul edeyim. Bana her dua ettiğinizde, dilediğinizi vereyim. ‘biriniz benden bir şey istediğinde, onu veririm, bana dua ettiğinde de, duasına icabet ederim.”


Bunlar Allah Teâlâ’nın Melik ismi ile ilgili bazı tanımlar, edepler ve sınırlardır.

Metni indir

Mevcut Diller

Resmi Gizle