Karanlık Mod
04-12-2025
Logo
Ayrıntılı Tefsir – Fatiha Suresi – 001 – Ders (2-2) Hamd ve Tevhid
   
 
 
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla  
 
Hamd. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selam dürüst ve sözünün eri olan Rasulullah (s.a.v)’e olsun. Allahım senin öğrettiklerin dışında bir bilgimiz yoktur, sen alim ve hakimsin. Bize faydalanacağımız ilmi öğret, öğrendiklerimizden de faydalanmayı nasip et, ilmimizi arttır. Bize hakkı hak olarak göster ve ona itaat etmeyle bizi rızıklandır, batılı da batıl olarak göster, ondan sakınmayı nasip eyle. Bizi sözü işitip en güzel şekilde itaat edenlerden eyle. Ve bizi rahmetinle salih kullarınla beraber cennetine ulaştır.

Hamd, Allah Azze Ve Celle’nin Lütfu İle O’nu Tanımak Üzerine Kurulu Bir Ruh Halidir:


Mümin kardeşlerim, Fatiha Suresine devam etmekteyiz. Geçen dersimizde Allah Azze ve Celle’nin kulunu başarıya ulaştırmasını, istiazenin ve besmelenin manasını açıkladık. Şu ayetin bir kısmını beyan ettik:

﴾ الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) ﴿

[ سورة الفاتحة ]

“Hamd, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” 

[ Fatiha Suresi:2 ]

Rasulullah (s.a.v.) hamd hakkında şöyle buyurmaktadır:

(( الحمد رأس الشكر ما شكر اللهَ عبدٌ لا يحمده ))

[ أخرجه البيهقي  ]

“Hamd, şükrün başıdır. Kul, Allah’a hamdetmedikçe şükretmiş sayılmaz.” 

[ Beyhaki nakletmiştir ]

Hamd, yani Allah’a övgü, Allah’ın lütfu ile O’nu tanıma üzerine kurulu bir ruh halidir. İslamda ilk kelime “Elhamdülillah”tır. Yani var oluşumuza, var oluş nimetine hamdederiz. Filanca kişi Şam’da filanca tarihte dünyaya geldi. Peki, onu vücuda getiren kimdir? 

﴾ هَلْ أَتَى عَلَى الْإِنْسَانِ حِينٌ مِنَ الدَّهْرِ لَمْ يَكُنْ شَيْئاً مَذْكُوراً (1) ﴿

[ سورة الإنسان ]

“İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.” 

[ İnsan Suresi: 1 ]

Eğer 1938 yılında dünyaya geldiyseniz, 1936 yılında nerdeydiniz? Elinizin altında bulunan kitap 1930 yılında basıldığında, siz neredeydiniz? Henüz anılır bir şey değildiniz. Var oluşumuza, yaratılmamıza hamdolsun. Bize yardım eden, bu nimeti bahşeden Rabbimize hamdolsun ki O, her ihtiyacımız olanı bize verir. Yine bizi doğru yola ulaştıran Rabbimize hamdolsun. Allah Teâlâ bizleri irşad etmiş, doğru yola ulaştırmıştır:

﴾ وَاعْلَمُوا أَنَّ فِيكُمْ رَسُولَ اللَّهِ ۚ لَوْ يُطِيعُكُمْ فِي كَثِيرٍ مِّنَ الْأَمْرِ لَعَنِتُّمْ وَلَٰكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ ۚ أُولَٰئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ (7) ﴿

[ سورة الحجرات ]

 Bilin ki Allah’ın elçisi aranızdadır. Birçok durumda o sizin dediklerinizi yapsaydı işiniz kötüye giderdi, fakat Allah size imanı sevdirdi ve onu gönlünüze sindirdi; inkârcılığı, yoldan çıkmayı ve emre aykırı davranmayı da size çirkin gösterdi. Allah tarafından bahşedilmiş bir lutuf, bir nimet olarak doğru yolu bulmuş olanlar işte onlardır (bu vasıflara sahip olan sizlersiniz). Allah her şeyi bilmekte, yerli yerince yapmaktadır. 

[ Hucurat Suresi: 7 ]


Hamd, Allah’a yaklaşmanın Ölçütüdür:


“Elhamdülillah” kelimesi, müminin en büyük sloganlarından biridir. Mümin darlıkta ve bollukta, hastalıkta ve sağlıkta, dünya ona yüzünü ya da sırtını döndüğünde, fakirlikte ve zenginlikte, evlilikte, evlilik öncesinde, yani her zaman Allah’a hamdeder. Hamdeden kişi bilir ki, bu evrenin yüce bir ilahı vardır. O, her şeye kadirdir. Eğer kulunu bir şeyden mahrum bırakırsa, bu sadece kulunun iyiliği içindir, asla acziyetinden değildir. Hamdeden kul, yaratıcının kendisini sevdiğini, onu kendisinden de çok sevdiğini, bu yüzden de kulunun iyiliği için bazı şeyleri vermediğini bilir.
“Elhamdülillah” konusu çok geniştir. Fakat Belagat Âlimleri der ki: “Hamd, tartışmasız kabul edilmiş olandır.” Fakat kime aittir? Rabbimiz Allah’a ait olduğunu bizlere öğretir. Hamd kelimesi, nimetlerin varlığını gerektirir. Açıkça verilmiş olan nimetleri, Allah’ı inkâr eden birisi bile inkâr edemez. Hatta Allah’ı inkâr eder ama nimetleri edemez. Sebebinin tabiat olduğunu, tabiat sayesinde sudan, yiyeceklerden faydalandığımızı, neslin onun sayesinde devam ettiğini söyler. Bunlar, kâfirlerin de üzerinde durduğu konulardır. Nimetleri kimse inkâr edemez. Dediğimiz gibi, Allah’ın varlığını inkâr edenler bile, nimetleri, havayı, suyu, yiyecekleri, içecekleri, bitkileri, balıkları, kuşları, çiçekleri inkâr edemezler. Bunlar, Allah Azze ve Celle’nin tabiata uygun olarak yarattığı nimetlerdir.  
Fakat problem, ayette hamdın, övgünün sadece Allah’a mahsus olmasıdır. Dünyada ise insanlar birbirlerine hamd eder yani över ve birbirlerine teşekkür ederler. 
“Allah’a hamdolsun”; Hamd, kesin bir emirdir ve Allah’ı bilmeyenin bunu yerine getirmesi mümkün değildir. Kişi Allah’ı tanımadan önce hamd edemez. Ancak ona ortak koştuklarına, onunla denk tuttuklarına hamd eder. Yani hamd, Allah’ı bilmeyi, tanımayı gerektirir. Bu yüzden Peygamber Efendimiz, “Muhammed” yani “övgüye layık, övülen” olarak isimlendirilmiştir. Çünkü O, bütün varlıkların içinde övgüye en layık olandır. Allah Teâlâ’nın yarattığı varlıklar içerisinde, Peygamber Efendimizden daha çok övdüğü bir varlık yoktur. Sanki hamd yani övgü, Allah’a yaklaşmanın ölçütüdür. Rasulullah (s.a.v) Allah’a hamdedenlerin efendisi, tüm varlıkların efendisidir. Ahmed, Muhammed, Hamid isimleri hep hamd kökünden gelmektedir. Allah Teâlâ bizim için nimetler yaratmış ve onlar için kendisine nasıl hamd edeceğimizi de öğretmiştir. Rabbimiz, seni her şeyden tenzih ederiz, sen, sayılamayacak kadar çok övgüye layık olansın. Sen kendini de översin. Peki, Allah Teala kendisini nasıl över? İşte bu şekilde: 

﴾ الحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) ﴿

“Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” 

Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:

(( عجباً لأمر المؤمن، إن أمره كله خير وليس ذلك لأحد إلا للمؤمن إن أصابته سراء شكر، فكان خيراً له، وإن أصابته ضراء صبر، فكان خيراً له. ))

[ مسلم عن صهيب ]

“Müminin işine şaşarım. Çünkü onun işleri tamamen hayırdır. Bu da ancak mümine özgüdür. Çünkü o, sevindirici bir şeyle karşılaşınca şükreder, bu onun için bir hayır olur. Zararlı ve üzücü bir şeyle karşılaşınca ise sabreder, bu da kendisi için hayır olur.” 

[ Müslim Süheyb’ten nakletmiştir ]


Müminin Yaşadığı Hamd Halinde, Mümin ve Kafir Arasındaki Fark:


Tıpkı Efendimizin buyurduğu gibi her hale elhamdülillah:

(( كان إذا أتاه الأمر يسره قال: الحمد لله الذي بنعمته تتم الصالحات وإذا أتاه الأمر يكرهه قال: الحمد لله على كل حال ))

[ أخرجه ابن ماجه والطبراني ]

“Rasulullah (s.a.v)’i sevindiren bir olay olduğunda, “Kullarını nimetlendiren Allah’a hamdolsun” derdi. O’nu üzen bir olay olduğunda ise, “Her halimize hamd olsun” derdi.” 

[ İbn Mace ve Taberani ]


Mümin ve kafir arasındaki temel farkı dile getirmek istesem, bu farkın “hamdolsun” demek olduğunu söylemem. Çünkü bunu herkes söyleyebilir. Ama asıl fark hamd halidir. Mümin her zaman Allah’a hamdeder halde yaşar, o hep şükran içindedir. Fakir bir aileden geldiyse, “hamdolsun” der. Allah ona kötü bir eş nasip eder, peki, o bunu nasıl anlar? Allah Teâlâ’nın kendisine bu eşi doğru yola iletmesi için nasip ettiğini düşünür. Bu şekilde de Allah katında büyük ecir kazanır. Allah onu erkek evlatla da rızıklandırsa, kız evlatla da rızıklandırsa “elhamdülillah” der. Allah ona hiç çocuk vermese de hamdeder. Allah yorucu bir iş nasip eder, mümin kul hamdeder, rahat bir iş verir, yine hamdeder. Geliri çok da olsa, az da olsa “hamdolsun” der. Burada çok önemli bir nokta vardır. Sakın burada kişinin her halde Allah’a hamdetmesinden, içinde bulunduğu durumu hiç düzeltmeye çalışmaması gerektiği anlaşılmasın. Hayır, bu müminin ahlakına sığmaz. Mümin maddi durumunu, ilmi durumunu, her alandaki seviyesini daha da iyileştirmek için çabalar. Tüm gücü ile çalıştığı zaman da bu mertebeye ulaşır. Bunun dışında davranması mümkün değildir. “Elhamdülillah” der, ona göre de davranır.
Bir öğrenci sınava girer ve başarısız olur. Eğer tüm gücü ile çalıştıysa, elinden geleni yaptıysa “Buna da Elhamdülillah” der. Ama çalışmadıysa, bu onun eksikliğinin bir sonucudur. Bunun hamd ile alakası yoktur. Başarısızlığının sebebi, çalışmamasıdır. İnsan tüm gücü ile çaba harcarsa, yine de istediğine ulaşamazsa, işte o zaman her haline hamdeder.
Yine söylüyorum: Mümin ile kâfir arasındaki fark sadece “elhamdülillah” demek değildir. Asıl fark yaşadığı, ona göre davrandığı hamd halidir. Peki, mümin neden hamdeder? Çünkü her şey Allah’ın kudretindedir. O’ndan başka ilah yoktur. O, bolca nimet verendir. Bazen yağmur yağmaz. Ama hamdederiz. Çünkü Allah her şeye kadirdir. O’nu yaptıklarından alı koyacak küçük, büyük hiçbir şey yoktur. O, bolca veren, her şeye gücü yetendir.

Nimetleri Kimse İnkâr Etmez Ama Asıl Sorun Bu Nimetleri Allah’tan Başkasına Dayandırmaktır:


Mesela bir bölümde çalışırsınız, üstünüzdeki kişiye bilgiler yanlış bir şekilde ulaşırsa, o kişi çalışanı kınar, çalışmayanı över. Ama asıl doğru bilgi Allah katındadır. Çünkü O, her şeyi bilen, bolca nimet veren, her şeye kadir olan, her şeyi işiten, kuluna en yakın olandır. Konuşsak da konuşmasak da O, içimizde olanı bilir. Neden Allah’a hamdederiz? Çünkü tek olan Allah’tan başka ilah yoktur, zengin olan Allah’tan başka ilah yoktur. Cenab-ı Hak şöyle buyurur:

وَإِنْ مِنْ شَيْءٍ إِلَّا عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ (21) ﴿

[ سورة الحجر ]

“Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.” 

[ Hicr Suresi: 21 ]

Her şeye gücü yeten Allah’tan başka ilah yoktur. O, tektir, her şeye muktedirdir. 

﴾ أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا نَأْتِي الْأَرْضَ نَنقُصُهَا مِنْ أَطْرَافِهَا ۚ وَاللَّهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِهِ ۚ وَهُوَ سَرِيعُ الْحِسَابِ(41) ﴿

[ سورة الرعد ]

“Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah, hükmeder. O’nun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir.”

[ Rad Suresi: 41 ]

Mesela bir hâkim bir mesele de hüküm verir, sonra ondan daha üst mertebede olan başka bir hâkim, onun verdiği hükmü kaldırabilir. Fakat Allah’ın hükmünü kimse kaldıramaz. “Hamd, ancak Allah’a aittir” Çünkü O’ndan başka ilah yoktur, çünkü o bolca veren, sonsuz güç sahibi olan, her şeyi işiten ve gören, her şeyi bilen, merhametli olandır. Peki, hala niye hamdetmezsiniz?
Gerçek şu ki, Allah’ın isimlerini iyi bilirseniz, yaşadığınız hiçbir şeye üzülmezsiniz. Çünkü O’nun her yaptığında bir hikmet olduğunu bilirsiniz. Ayet, başında Allah Teâlâ’nın bize nimetlerini gün gibi aşikar, açıkça genişlettiğine işaret eder. Dünyada hiç kimse onları inkâr edemez. Ama asıl problem bu nimetleri Allah’tan başkasına dayandırmaktır. Bu yüzden Rabbimiz şöyle buyurur:

﴾ الحَمْدُ لِلَّهِ (2) ﴿

 “Hamd, Allah’a mahsustur”  


(( إن الجن والإنس في نبأ عظيم، أخلق ويعبد غيري، وأرزق ويشكر سواي ))

[ أخرجه البيهقي في "شعب الإيمان" وهو ضعيف ]

“İnsanlar ve cinler arasında büyük bir hadise vardır. Ben yaratırım, benden başkasına ibadet ederler. Ben rızık veririm, benden başkasına teşekkür ederler.  

[ Beyhaki Şuabu’l-İman adlı eserinde zayıf olarak nakletmiştir ]

Nimetleri kimse inkâr edemez. Ama asıl problem, o nimetleri Allah’tan başkasına dayandırmaktır:

﴾ وَمَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللَّهِ إِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ (106) ﴿

[ سورة يوسف ]

 “Onların çoğu Allah’a ancak ortak koşarak inanırlar.”  

[ Yusuf Suresi: 106 ]


Basireti Açık Olan Her Mümin Dünyada Kendisine Sunulan Her Şeyin Allah’ın Lütfuyla Olduğunu Bilir:
Bazı kişiler filanca kişinin birisine sadece kendi gücüyle fayda ya da zarar verebileceğini düşünürler. İşte bu şirktir. Bazı kişiler eşlerinin kendileri için bir sığınak olduğunu düşünürler. Ama eğer Allah onları size bir sükûnet kaynağı kılmasaydı, onun kalbine sizin sevginizi yerleştirmeseydi veya sizle alakalı bir umut vermeseydi, eşleriniz asla size hizmet etmezdi. Basireti açık olan bir mümin kendisine sunulan her şeyin Allah’ın lütfu olduğunu bilir. Her şeyin O’nun izni ile gerçekleştiğinin farkındadır. Hamd, sadece Allah’a aittir. 
Sağlık nimeti, çok büyük bir nimettir. İnsanın hasta olması tuhaf değildir. Asıl tuhaf olan hasta olmamasıdır. Çünkü insanın her sabah uyandığında “Âlemlerin rabbine hamdolsun” demesi için binlerce nimet vardır. İnsanda çalışan belli sistemler vardır. Mesela sindirim sistemi, ağızdan başlar, salyaya, yutağa, küçük dile, yemek borusuna, mideye, pankreasa, on iki parmak bağırsağına, ince bağırsaktaki emilim hücrelerine ve kalın bağırsağa kadar gider. Boşaltım sistemi böbreklere, kalp sistemi akciğerlere, kaslara, kemiklere, deriye kadar uzanır. Bunların hepsi belli bir düzende çalışır. Parasempatik sistem, sinir sistemi, hormonal sistem, hipofiz bezi, tiroit bezi, böbreküstü bezi, pankreas, hepsi düzenli bir şekilde çalışır Elhamdülillah. Bu bir mucizedir. Sabah kalktığınızda kendinizi sağlıklı hissediyorsanız, hamdetmelisiniz. 
Yemek yiyorsunuz, o yemeği kim yaratıyor? Kim sizin hizmetinize veriyor? Kim size uygun hale getiriyor? Tat, renk, koku, kıvam, içerik, besin değeri, bunların hepsini kim çeşitlendiriyor? Proteinler, vitaminler, şeker, yağ, bunları elinizde bulunan yiyeceklere kim yerleştiriyor? 
Bir lokma ekmek yediğinizde, buğdayı kim yaratıyor? Dünya, ay, güneş ve denizler, bu ekmeğin yapımına katkı sağlıyor. Bir bardak su içtiğinizde, onu sizin emrinize veren kimdir? Petrol bulunan ülkelerde bir litre tatlı su 3 riyal tutuyor yani yaklaşık 10 Suriye lirasına denk geliyor. Bu kaynakların hepsi Allah’ın bizlere sunduğu nimetlerdir ki petrol fıskiyesinin jeolojik havzasının son zamanlarda büyük boyutlara ulaştığını duymuştum. Tatlı suyu bize sunan kimdir? 
Bir bardak suya hamdolsun. Bir parça ekmeğe hamdolsun. Yediğimiz şu elmaya hamdolsun. Sakın onun ücretini ödediğinizi düşünmeyin. Hayır, siz sadece ona hizmet edenlerin ücretini ödediniz. Yoksa dünyadaki herkes bir araya gelse, bir tane elma yapamaz. Peki, elmayı çok sayıda yaratan kimdir? Eğer elma az yetişseydi, kilosu 200 lira olurdu. O zaman onu kim yiyebilirdi ki? İnsanı istekleriyle uygun hale getiren kimdir? Bir tavuk senede sadece bir yumurta verseydi, fiyatı 1000 lira olurdu. Ama tavuk her gün yumurtlar ve fiyatı yarım liradır ve bu makul bir rakamdır. O zaman, sütü, yumurtayı, peyniri, eti veren Allah’a hamdolsun. Bunların hepsi O’nun bizlere verdiği nimetlerdir. Nimetleri kimse inkâr edemez. Ama asıl problem şu ki, birçok insan bu nimetleri Allah’tan başkalarına dayandırır. Ama Allah Teala şöyle buyuruyor:

﴿ الحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) ﴾
“Hamd, alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.”

“Hamd, Allah’a Mahsustur” Sözü Yönetenin Allah Olduğunu İfade Eder:
“Elhamdülillah” İman’da derinleştiğinizde, Allah’ı sessizce över, O’na hamd edersiniz. Oğlunuza baktığınızda “elhamdülillah” dersiniz. Onu bu güzel surette yaratan kimdir? Eşinize baktığınızda, evinize girdiğinizde, sobayı yaktığınızda, vantilatörü çalıştırdığınızda, bunları sizin emrinize veren kimdir? Elektrik ürettiğimiz enerji diye adlandırılan maddeleri yeryüzüne bahşeden kimdir? “Allah’a hamdolsun”
“Hamd, Allah’a mahsustur” sözü yönetenin Allah olduğunu ifade eder. Bir Hâlık, Bir Rab, Bir İlah vardır. Hâlık yaratandır. Rab yardım elini uzatan, ilah ise yönetendir. Zihinlerinize yerleştirebilmek için şöyle bir örnek verelim: Arabayı üreten bir fabrika vardır ve araba her zaman yakıt ve yağ gibi maddelere ihtiyaç duyar. Aynı zamanda onu kullanacak birisi gerekir. Onu hareket ettiren kişiye yönetici denir. İhtiyaç duyduğu maddelere Rab (yardım eden), üreten kişilere ise Hâlık yani yaratan, üreten denir. “Allah’a hamdolsun” Çünkü bizim bütün işlerimizi, büyük- küçük, iyi-kötü, genel-ayrıntılı her türlü işimizi yöneten Allah Teala’dır. Tüm işler ona döner. 

﴿ وَلِلَّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الْأَمْرُ كُلُّهُ فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ ۚ وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ (123)﴾
[ سورة هود ]
“Göklerin ve yerin gizlisi (gaybı) yalnız Allah’a aittir. Her iş O’na döndürülür. Öyleyse O’na kulluk et ve O’na güvenip dayan! Rabbin yapmakta olduklarınızdan habersiz değildir.” (Hud Suresi: 123)

Allah’a hamd olsun. İşte tevhid (Allah’ı birlemek) budur.
Öyleyse, İslam’ı birkaç kelime ile özetlemek istersek, “La ilahe illallah” ve “elhamdülillah” cümleleri yeterlidir. Allah Teala her şeydir. Yani kul her şeye, ilk olana, son olana, açık gizli her şeye hamdeder. Asla Allah’tan başkalarına hamd etmez. 
İnsanın başına gelen her olay, her musibet, fakirlik, hastalık, hepsi Allah’ın emriyledir. Nitekim Allah Teala da şöyle buyurur:

﴿ مَا أَصَابَ مِنْ مُصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنْفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِنْ قَبْلِ أَنْ نَبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ (22) ﴾
(سورة الحديد)
“Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” (Hadid Suresi: 22)

﴿ وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللَّهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنِينَ (166) ﴾
(سورة آل عمران)
“İki topluluğun karşılaştığı gün size isabet eden, Allah Teâlâ’nın izni ile idi müminleri temize çıkarması içindi.” (Al-i İmran Suresi: 166)

İşte tevhid budur. İşte hamd budur. Sanki bu ayetteki “Elhamdülillah” kelimesi, hamd ve tevhid kelimelerini birleştirmektedir.

Dinin Tamamı Tevhid (Allah’ı Birlemek) ve Hamddır.
“Elhamdülillah” kelimesi, tevhid ve hamdı birleştirir. İşte dinin tamamı buradadır.  Müşriklere baktığınızda, düşüncelerinde ve davranışlarında şirkin ve kâfirlerin öfkesinin onların temel özellikleri olduğunu görürsünüz. Onların sahip olduğu tek şey şirktir, ortak koşmaktır. Filanca kişi, filanca kişiden ummak, filanca kişiden korkmak, filanca kişinin rızasını kazanmak, onu memnun etmek, filanca kişiye göre davranmak, böylece hep şirk içinde yaşarlar. Kalpleri boştur, başkasından korktukları için neredeyse kalpleri yarılacak gibi olur. Onlara sevgilerinden neredeyse erirler. Ama peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

(( لَوْ كُنْتُ مُتَّخِذًا مِن أُمَّتي خَلِيلًا، لاتَّخَذْتُ أبا بَكْرٍ، ولَكِنْ أخِي وصاحِبِي. ))
[ صحيح البخاري ]
“Eğer insanlar arasından dost edinecek olsam, Ebu Bekir’i dost edinirdim” (Buhari)

Yeryüzünde Rasulullah (s.a.v.)’in Hz. Ebu Bekir’e olan sevgisinden daha çok birini seven kimse yoktur.  Elhamdülillah…

(( لَوْ كُنْتُ مُتَّخِذًا مِن أُمَّتي خَلِيلًا، لاتَّخَذْتُ أبا بَكْرٍ، ولَكِنْ أخِي وصاحِبِي. ))
[ صحيح البخاري ]
“Eğer insanlar arasından dost edinecek olsam, Ebu Bekir’i dost edinirdim” (Buhari)

Ama bu arkadaşı Resulullah’a bahşeden kimdir? Tabi ki Allah Azze ve Celle’dir. Hz. Ebu Bekir 1550 yılında yaratılsaydı, Rasulullah ile hiç karşılaşamayacaktı. Onu Peygamber Efendimizin çağında yaratan kimdir? Tabi ki Allah Teâlâ’dır. O zaman âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.
Seni eşinle kim bir araya getirdi? Allah Teala takdir etti ve nasip etti. Peki, çocuklarını sana kim verdi? Allah Teâlâ verdi. Onunla kazanç elde ettiğin zekâyı, yeteneklerini sana kim bahşetti? Tabi ki Allah Teâlâ bahşetti, Doktor, avukat, mühendis, öğretmen, bazı ihtiyaçları karşılarlar. Onların hizmetlerinden faydalanırız. Ama eğer toplu iğne ucu kadar bir kandamlası, beyin damarlarından birinde pıhtılaşsa, tüm zekâlarını ve yeteneklerini kaybederler.

Kâfir Daima Memnuniyetsizdir Ve Allah’ın Hikmetinden Şüphe Eder:
Bir kişi bir alanda uzmandır, işini de çok titizlikle yapar. Elindeki işi tamamlaması için iki ay yeterlidir. Peki, burada asıl üstünlük kime aittir? Tabi ki Allah Teâlâ’ya aittir. Başarılı bir doktorsanız, başarılı bir öğretmen, tüccar, fabrikatörseniz veya iyi bir tarım projeniz varsa, iyi bir babaysanız, evliliğinizde uyumlu biriyseniz, Âlemlerin Rabbine hamdolsun. Bu dinin tamamı tevhid ve hamddan ibarettir. Kâfir ise şirk ve memnuniyetsizlik içinde yaşar, her şeyden şikâyetçidir, karamsardır, her zaman Allah’ın hikmetinden şüphe eder. Bazen der ki: “Filanca kişi bu nimete layık değildir. Allah bazı kullarına çok nimet veriyor, bazılarına ise az veriyor.” Sanki o Allah’ın hikmetinden şüphe etmektedir. Ama eğer işlerin derinine inebilse, perdeler kalkar ve Allah Teala’nın yaptığı her şeyin yerli yerinde olduğunu anlar ve “Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun” der. Nitekim Yüce Allah şöyle buyuruyor:

﴿ دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلَامٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ "الحمد لله" رَبِّ الْعَالَمِينَ(10)﴾
(سورة يونس)
“Bunların oradaki duaları, “Seni eksikliklerden uzak tutarız Allah’ım!”, aralarındaki esenlik dilekleri, “selâm”; dualarının sonu ise, “Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur” sözleridir.” (Yunus Suresi: 10)

Yeryüzünde depremler, seller, yanardağ patlamaları ve şiddet eylemleri meydana gelir. Oralarda güçlüler, güçsüzler vardır. Bu felaketlerde sağlık sorunları, şiddetli fakirlik, açlık görülür. Ama onlara da hamdolsun. Eğer gaybı bilseydiniz, yine aynı şeylerin olmasını tercih ederdiniz. 
Fakat asıl mesele şu ki, dünya hayatı ahirete göre hiçbir şey değildir. Bu yüzden Rabbimiz hidayetimiz için bunları yaşatıyor. Mesela dükkân sahibi dükkanını kapattığı zaman, içerideki imalatçı mumu söndürmeyi unutur. Saat gece ikide ona dükkânın yandığı haberi gelir. Dükkânın içinde 3 milyon değerinde mal vardır. Ama dükkân sahibi yangının sonunda Allah’a dua eder. Çünkü O’nun her yaptığında bir hikmet vardır. Ama insanlar ne derler? “Keşke mumu söndürseydi” derler. Ama bunda da Allah’ın bir bildiği mutlaka vardır. Çünkü içindeki yüklü miktarda mal ile yanan bu dükkân, sahibinin tevbe etmesine vesile olmuştur ki bu, insan için ölmeden önce dünyadaki en büyük hayırdır. 

Eğer İnsana Gerçekler Apaçık Gösterilseydi, O Yine Her şeyin Olduğu Gibi Kalmasını Tercih Ederdi:
Allah Teala şöyle buyurmuştur:

﴿ يَومَ يُكْشَفُ عَنْ سَاقٍ وَيُدْعَونَ إِلَى السُّجُودِ فَلَا يَسْتَطِيعُون (42) ﴾
(سورة القلم)
O gün, işler güçleşir ve secdeye davet edilirler, derken güçleri yetmez.” (Kalem Suresi: 42)

Yani o gün her şey açığa çıkar, utançtan, zelillikten, rezillikten ve ardan bunu yapamazlar.
﴿ خَاشِعَةً أَبْصَارُهُمْ تَرْهَقُهُمْ ذِلَّةٌ ۖ وَقَدْ كَانُوا يُدْعَوْنَ إِلَى السُّجُودِ وَهُمْ سَالِمُونَ (43)﴾
[ سورة القلم ]
“Gözleri korku ve kederden baygın düşer, kendilerini zillet kaplar. Halbuki onlar dünyada sapasağlam iken secdeye çağrılmışlar, fakat bu çağrıya olumlu cevap vermemişlerdi.” (Kalem Suresi: 43)
Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Bazı alimler, burada tevhid ve hamd cümlelerinin hangisinin daha üstün olduğu konusunda tereddüt etmişlerdir.  Çok özet olarak değinecek olursak, İmam Gazali şöyle söylüyor: “Olandan daha mükemmelinin olması mümkün değildir” Bazıları bu sözü yanlış anlamaktadırlar. Bu söz doğru bir şekilde şöyle anlaşılmalıdır: “Allah Teala’nın verdiklerinden daha güzelini, yaratılan bir varlığın meydana getirmesi mümkün değildir.” Kula her şeyi en uygun şekilde veren Allah Teala’dır. Eğer gerçekleri açıkça görebilseydiniz, her şeyin yine aynı şekilde olmasını tercih ederdiniz.
Bazı insanlar zengin olmak istiyorlar, bazıları sağlık istiyor. Eğer gerçekleri apaçık görebilseniz, şu anki halinizin dışında bir şeyi istemezsiniz. Çünkü Allah Teala olanı da bilir, olacağı da bilir, geçmişte olanı da bilir. Öyleyse, olandan daha mükemmelinin olması mümkün değildir.
Eşiniz, size en uygun kişidir. Buna itiraz eden kişi “sorumluluk anneme aittir” der. Hayır, annenize ait değildir. Onunla hızlı bir şekilde nişanlandın, acele ettin, onu gece gördüler ve yanıldılar. Yapacak bir şey yoktur. Zira olandan daha mükemmelinin olması mümkün değildir. 
Mühendis olmanız için bir not, bir seviye gerekiyordu. Ama olandan daha iyisi mümkün değildir. 
Adınız listede sonda yazılıdır, göreve atanacaktınız. 
Olaylara tevhid gözüyle bakarsanız, her şeyin Allah’ın kudreti dahilinde olduğunu görürsünüz. Erkene alan da, erteleyen de O’dur. İzin veren de, engelleyen de, zorlaştıran ve kolaylaştıran da O’dur.
((   اللَّهمَّ لا سَهْلَ إلَّا ما جعَلْتَه سَهلًا وأنتَ تجعَلُ الحَزْنَ سَهلًا إذا شِئْتَ ))
[ أخرجه ابن حبان والبيهقي ]
“Allahım! Senin kolay kıldığından başka kolay yoktur. Eğer sen dilersen zoru kolay kılarsın.” (İbn Hibban ve Beyhaki)

(( إن الله إذا أحب إنفاذ أمر سلب كل ذي لب لبه.))
[الخطيب وابن عساكر عن ابن عباس]
“Allah Teala bir şeyi yapmak isterse, akıl sahiplerinin hepsinin aklını alabilir” (Hatib ve İbn Asakir İbn Abbas’tan nakletmiştir)

Allah’ın Bize Gönderdiği Her şeyin Temelinde, İlim, Hikmet, Tecrübe ve Merhamet vardır: 

﴿ لَهُ مُعَقِّبَاتٌ مِّن بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِهِ يَحْفَظُونَهُ مِنْ أَمْرِ اللَّهِ ۗ إِنَّ اللَّهَ لَا يُغَيِّرُ مَا بِقَوْمٍ حَتَّىٰ يُغَيِّرُوا مَا بِأَنفُسِهِمْ ۗ وَإِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِقَوْمٍ سُوءًا فَلَا مَرَدَّ لَهُ ۚ وَمَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَالٍ (11)﴾
[ سورة الرعد ]
İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur. (Rad Suresi: 11)

﴿ ما يَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِنْ رَحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ (2) ﴾
(سورة فاطر)
“Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa, bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fatır Suresi: 2)

“Hamd alemlerin Rabbi Olan Allah’a aittir”, imanda derinleşen herkes, bu ayeti iyice özümser. Hayatınızda kaç parça vardır. İnanıyorum ki her birimizin hayatında elli bin veya yüz bin parça vardır. Mesela evinizin türü gibi. Kişinin hafızası biraz zayıf olabilir. Ama “Elhamdülillah” kelimesi aldığı eğitime en uygun şeydir. Zayıf bir hafızayla ilmin farklı dallarına girme şansı olmayabilir. Aynı şekilde beni de Allah yaratmıştır ama ben ders çalışırken ezber yapmayı severim. Allah’a hamdolsun. Yani düşünsel ve bedensel imkânlarınız elinizden geldiği kadarla sınırlıdır. Uzun boylu ve güçlü olabilirsiniz veya zayıf, güçsüz de olabilirsiniz, zengin bir aileye mensup olabilirsiniz veya fakir bir aileden gelmiş olabilirsiniz, Farklı çevreler içinde saygın bir çevreye sahip olabilirsiniz. Bunların hepsi için ayı şey geçerlidir, olmuş olandan daha iyisinin olması mümkün değildir. Yani size verilenden daha mükemmelini yapma imkânınız yoktur. Bunların hepsi Allah’ın size verdiği nimetlerdir. Veyahut da sizin için tüm perdeler kalksa, her şeyin aslını görebilseniz, yine aynı şeyleri yaşamayı seçersiniz. Belki de yaşadıklarınız sizi cennete götüren bir araçtır, fakirlik hidayet sebebi olabilir. 

﴿ وَيَقُولُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوْلَا أُنزِلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ ۗ إِنَّمَا أَنتَ مُنذِرٌ ۖ وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ (7)﴾
[ سورة الرعد ]
“İnkârcılar, “Ona rabbinden bir mûcize indirilse ya!” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın; her topluluğun da bir kılavuzu vardır.” (Rad Suresi: 7)

Kimi insan fakirlik yoluyla hidayet bulur, kimisi bir yakınını kaybederek, kimi de acı bir olay yaşayarak ya da büyük bir ikrama nail olarak hidayete, doğru yola erişebilir. Allah Teala’nın bize gönderdiği şeylerin temelinde, ilim, hikmet, tecrübe ve bir rahmet vardır. “Elhamdülillah” Allah, kendisinden başka ilah olmayan yöneticidir, ondan başka yönetecek olan yoktur. Ondan başka kişiyi yüceltecek veya alçaltacak, izzetli veya hakir kılacak, nimet verecek veya nimetten alı koyacak, ondan başka hâkim olan yoktur. Hamd, ancak alemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.

Her İnsan Allah’tan İki Tür Eğitim Alır; Bedenin Eğitimi ve Ruhun Eğitimi
İlahın kendisi alemlerin rabbi’dir, yardım eden, nimet verendir. 
﴿ هَٰذَا عَطَاؤُنَا فَامْنُنْ أَوْ أَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ (39)﴾
[ سورة ص ]
““İşte bu bizim ihsanımızdır. Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme” dedik.” (Sad Suresi: 39)

Su, Allah’ın bize verdiği nimettir, Amazon nehri saniyede 300 000 metreküp hızla akar.  “El-Fijah” denen su kaynağı yağmurlu günlerde taşar, sel olur ve Şam’ın tüm su ihtiyacı hatta daha fazlası karşılanır. Yoğunluğunun yarısı ile de Barada Nehri’ni destekler. Rabbimiz su ihtiyacımız için bizlere el uzatır ve bize yardım eder.
Bazen suda azalma olur ve bitkiler sararır. Bir arkadaşım demişti ki: “Vallahi geçen hafta 500 lira ödedim, her dört gün içinde tarlamdaki ekinleri sulamak için 500 lira ödeyeceğim. Bu çok zor ama yoksa ağaçlarım kuruyacak.” Bizlere suyu veren Allah Teala’dır. Fırat nehrinin genişliği bazen sel olduğunda, 11 kilometreye ulaşır ve çok derinleşir. Şimdi ise bir insan nehirde yürüse su seviyesi dizlerini geçmez. Nimet veren, Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Nimetini verse de, alsa da hamd sadece O’na mahsustur. Veren de O’dur, alan da O’dur. Her türlü nimetle kullarına yardım eden de O’dur. 
Fakat Rabbimiz tüm cisimleri havadan suya, yiyecek ve içeceğe kadar her türlü nimetle donatır. Bu ihtiyaç ister birincil, isterse ikincil bir ihtiyaç olsun, hepsini Rabbimiz bahşeder. Birincil ihtiyaç yemek ve içmektir, ikincil ihtiyaç ise mesela çiçeklerdir. Çiçekler yenir mi? Hayır, ama onlar yeryüzündeki güzelliklerdir. Gökyüzünün süsü yıldızlardır. Güzel mekânları Allah Teala bizler için bir istirahat alanı kılmıştır. Hamd, O’na mahsustur.
Fakat Allah’ın terbiye etmesi, aynı zamanda ruhumuzu da eğitmesi anlamına gelir. Her türlü felaket Allah Teala’nın “Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur” ayetinden türemiştir. Baba mesela küçük bir örnektir. O, oğlunun her ihtiyacını karşılar, ihtiyacı olan araçları, kitapları, defterleri, yazlık ve kışlık kıyafetleri, ısınacağı bir odayı, çalışacağı bir masayı, yatağı, yastıkları, battaniyeyi, her şeyi oğluna verir. İşte tedarik etmek, yardım budur. Ama yalan söylediğinde oğluna vurabilir. Bu da bir eğitimdir. Öyleyse eğitim iki türlüdür: Kişinin ihtiyacı olan maddeleri karşılamak ve ruhunu eğitmek, manevi eğitimini vermektir. Her insan Allah Teâlâ’dan da iki tür eğitim alır; bedenin eğitimi ve ruhun eğitimi. Yaşadığımız her şey Allah Teâlâ’nın bizlere sunduğu şeylerdir. O, insanın bedenine de, ruhuna da hitap eder. Hamd, sadece O’na mahsustur.

Allah Subhanehu Ve Teala Rahman ve Rahim’dir; O, Zatında Rahman, Eylemlerinde Rahimdir:
Geçen dersimizde bahsetmiştim: “Rab” kelimesi ilmi, tecrübeyi, zenginliği, daimi bir gözetimi, hikmeti ve rahmeti gerektirir. Alemlerin Rabbi olan varlığın güçlü, zengin, hikmet sahibi, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan, merhametli, kendi kendine var olan, daimi bir gözetim sahibi olan bir varlık olması gerekir. Öğrencileri olmayan bir eğitimciye, bir öğretmene başarılı denemez. Alemlerin Rabbi, güçlü, zengin, her şeye kadir, hikmet sahibi, merhametli, daimi gözetleyici ve kendi kendine var olabilen bir varlık olmalıdır. Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
“Rab” kelimesi vermeyi barındırır. Rabbimiz “Hamd, ilaha mahsustur, yaratıcıya mahsustur” dememiştir. O, “Hamd, alemlerin Rabbine mahsustur” demiştir. Bir seferinde yolda bir adamın sinirli bir şekilde “Babası olmayan kişinin Rabbi (eğiticisi) yoktur” dediğini duydum ve bu cümleden çok etkilendim. Yetim olabiliriz ama Allah Teala her zaman vardır, O asla kaybolmaz.

Seni yetiştiren, sana bakan bir çift göz varsa,
Korkmadan rahatça uyu.
(Ömer b. Yafi)
***
Allah’ın sana verdiğini kim engelleyebilir
Yine O’nun alı koyduğunu sana kim verebilir
Allah ile beraber ol, Allah’ın da seninle olduğunu göreceksin
Her şeyi bırak, hırsından da sakın!
(Abdülgani en-Nablusi)
***

﴿الحمد لله رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ (3) ﴾
“Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. O, rahmandır, rahimdir”

Rahman Allah’ın zatında merhametli olması, Rahim ise fillerinde, eylemlerinde merhametli olmasıdır. Ki Allah Teala’nın zatı ile eylemleri arasında tam bir uyum vardır. Bazen insanın kendisi ile yaptıkları arasında veya kendisi ile kişiliği arasında mesafe olur. Bazen merhamet barındıran bir eylemde bulunur ama kalbi taş gibi katıdır. Şartlar onu zorlar ve zekası onu bu yola iter. Ama Allah Teala hem Rahman, hem de Rahim’dir. Zatında Rahman, eylemlerinde Rahimdir.

Rahman Azap Eder Ama Rahim Azap Etmez:

﴿ يَا أَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمَنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيّاً (45) ﴾
(سورة مريم)
“Babacığım! Doğrusu ben, sana, çok esirgeyici Rahman tarafından bir azabın dokunmasından, böylece şeytana bir dost olmandan korkuyorum.” (Meryem Suresi: 45)

Rahman azap eder ama Rahim azap etmez. Geçen ayete dikkatlice bakın. “Babacığım! Doğrusu ben, sana, çok esirgeyici Rahman tarafından bir azabın dokunmasından korkuyorum” Rabbimiz zatında Rahman’dır, yine merhameti bazı kullarına karşı bazı sıkıntılar vermesini gerektirir. Ama merhamet bolluktur. Bu yüzden de Rabbimiz şöyle buyurur:

﴿ فَإِنْ كَذَّبُوكَ فَقُلْ رَبُّكُمْ ذُو رَحْمَةٍ وَاسِعَةٍ وَلَا يُرَدُّ بَأْسُهُ عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ (147)﴾
(سورة الأنعام)
“Eğer seni yalanlarlarsa, de ki: “Rabbiniz geniş rahmet sahibidir. (Bununla beraber) suçlu bir toplumdan O’nun azabı geri çevrilmez.” (Enam Suresi: 147)

Buradaki mucizeye bakalım. Yani rahmeti, suçlulara azap etmesinden O’nu alı koymaz. Nitekim şöyle buyurur:

﴿ يَا أَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَنْ يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِنَ الرَّحْمَنِ فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيّاً (45) ﴾
(سورة مريم)
“Babacığım! Doğrusu ben, sana, çok esirgeyici Rahman tarafından bir azabın dokunmasından, böylece şeytana bir dost olmandan korkuyorum.” (Meryem Suresi: 45)

Rahim fiillerin, eylemlerin bir niteliğidir. Ama Rahman, Allah’ın zatının sıfatıdır. 
﴿الحمد لله رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ (3) ﴾
“Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. O, rahmandır, rahimdir”

Geriye ne kaldı? O Allah ilahtır, rabdır, Rahmandır, Rahimdir. Rahman ve rahim isimleri tüm esmaü’l-hüsnayı kapsar. Gücü, lütfu, şiddeti, yumuşak davranışları, hepsi rahmetinin eseridir. 
﴿الحمد لله رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ (3) ﴾
“Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. O, rahmandır, rahimdir”

Hesap ve Ceza Günü Geldiğinde Hiçbir Seçme Hakkımız Yoktur, O Gün Her Şey yalnızca Allah’ın Mülkiyetindedir: 
Ancak:

﴿ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4) ﴾
“Hesap ve ceza gününün malikidir”

Bu ayetin manasını iyi anlasaydık, korkudan tir tir titrerdik. Sizler şu anda kalbiniz attığı müddetçe tercih hakkına sahipsiniz. Hayatta olduğunuz sürece seçim şansınız bulunmaktadır. Yani şu anda her şey mümkündür. Düzelmemizin de, tevbe etmemizin de imkanı vardır. Allah Teala şöyle buyuruyor:

﴿ وَإِنِّي لَغَفَّارٌ لِمَنْ تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ صَالِحاً ثُمَّ اهْتَدَى (82) ﴾
(سورة طه)
“Şüphe yok ki ben, tövbe edip inanan ve salih ameller işleyen, sonra da doğru yol üzere devam eden kimse için son derece affediciyim.” (Taha Suresi: 82)

Fakat:
﴿ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4) ﴾
“Hesap ve ceza gününün malikidir”

Din günü yani ahiret günü geldiğinde kimsenin tercih hakkı olmayacaktır. Bu emanet Allah’ın bize verdiği bir emanettir, bu görev ve bu seçim hakkı Allah’ın bize bahşettiği bir nimettir. Bu evren Allah’ın emrimize verdiği nimetidir ve bu akıl ve düşünme gücü Allah’ın vermek için bizleri seçtiği bir emanetidir. Ama o gün geldiğinde hepsi sona erer:

﴿ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4) ﴾
“Hesap ve ceza gününün malikidir”

Dünyanın sahibi Allah’tır ama bizleri seçici kılmıştır. Ahiret gününde her şeyin sahibi O’dur ve tercih hakkı da sadece O’na ait olacaktır. Öyleyse, hesap ve ceza gününde hiçbir şey yapamayacağız. Dünya hayatı amel yeridir ama ahiret karşılık yeridir. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

((  أتاني جبريلُ عليه السَّلامُ فقال: يا محمَّدُ عِشْ ما شئتَ فإنَّك ميِّتٌ، وأحبِبْ من شئتَ فإنَّكمفارقُه، واعمَلْ ما شئتَ فإنَّك مجزِيٌّ به، ثمَّ قال : يا محمَّدُ شرفُ المؤمنِ قيامُه باللَّيلِ، وعِزُّه استغناؤُه عن النَّاسِ ))
[  أخرجه الطبراني ]
Cebrail (a.s bana geldi ve dedi ki: “Ey Muhammed dilediğin gibi yaşa, bir gün öleceksin. Dilediğini sev, bir gün ayrılacaksın ve dilediğin gibi amel et, bir gün hesabını vereceksin.” Sonra da buyurdu ki: “Ey Muhammed Müminin değeri gece namazıdır, izzeti ise insanlara muhtaç olmamasıdır.” (Taberani)

Dilediğini yap, insanlara infak et veya etme, adaletli davran veya zulmet, insanlara iyi ya da kötü muamele et, dilediğin gibi davran. Din günü yani ahiret günü, karşılık günüdür. Eşine karşı güzel davranırsan bu durum lehine olur ama kötü davranırsan bu, senin aleyhinedir. Aynı şekilde Allah yolunda infakta bulunman lehine, cimrilik edip hiç vermemen ise aleyhinedir.

﴿ لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا ۚ لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا ۚ رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِ ۖ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا ۚ أَنتَ مَوْلَانَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ (286)﴾
[ سورة البقرة ]
Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara Suresi: 286)

﴿ مَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحاً فَلِأَنْفُسِهِمْ يَمْهَدُونَ (44) ﴾
(سورة الروم )
“Kim inkâr ederse, inkârı kendi aleyhinedir. Kimler de salih amel işlerse, ancak kendileri için (cennette yer) hazırlarlar.” (Rum Suresi: 44)

Sonraki Ayetler Salih Amele Teşvik Eder:

﴿ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4) ﴾
“Hesap ve ceza gününün malikidir”

Ölüm meleği geldiği zaman, her şey biter, tercih şansı, emanet sona erer, arzular paramparça olur, evren dürülür, düşünceler bozulur yani her şey son bulur. Din günü karşılık günüdür ve sahibi Allah’tır. Şimdi ise, tercih şansına sahibiz. Tövbe etmek veya etmemek, kötü ya da iyi olmak bizim elimizdedir. Fakat hesap gününde bu tercih hürriyetimiz bitecektir. Bu ayet sanki salih amele teşvik etmektedir. Amelimiz olmadan o güne ulaşmaktan, Allah’ın huzuruna çıkmaktan sakınmalıyız. Öyleyse:
﴿ وَسَارِعُوا إِلَىٰ مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالْأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ (133)﴾
[ سورة آل عمران ]
“Rabbinizin mağfiretine mazhar olmak ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup gökler ve yer kadar geniş olan cennete girmek için yarışın!” (Al-i İmran Suresi: 133)
﴿ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ (102) ﴾
(سورة آل عمران)
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa, öylece sakının ve siz ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran Suresi: 102)

Din günü karşılık günüdür. Bizler şu anda amel zamanındayız. Mesela eğitim yılında öğrenci okula gider, derslerini sever veya sevmez, çalışır veya çalışmaz, ders tekrarı yapar veya yapmaz, ders çalışır veya çalışmaz, ödevlerini yapar veya yapmaz veyahut da arkadaşına yaptırır. Hepsini yapabilme özgürlüğü vardır. Ama yılsonunda sınav kapıyı çaldığında ve sorularla karşılaştığında, işte o gün karşılığı alma zamanı gelir. O gün kişi ya övülür ya da hakarete uğrar. Ama ders yılı boyunca tembelliğine bir şey denmez. Çünkü ona mühlet verilmiştir, fırsatı vardır. İşte biz de öğrenci gibiyiz. Şimdi fırsatımız var ve özgürüz. Bu ilim meclisine gelmeyi istersiniz veya istemezsiniz. Sonuçta eğlence için televizyon karşısında sabahlayanlar vardır. Onlar “bu daha keyifli ama ilim meclisi kupkuru ve sıkıcıdır” der. Bu gün amel zamanıdır. Fakat ahiret hesap yurdudur. Derler ki: “Dünya teklif (sorumluluk) yurdu, ahiret ise teşrif (onurlanma) yurdudur” Ahirette tüm sorumluluklar ve tercih hürriyeti sona erer. Haram ve helal kelimesi diye bir şey kalmaz. Genişliği yeryüzü ve gökler kadar olan cennete gidersek, orada bakışlarımızı çevirmemiz gerekmeyecek, sabah namazı için erken kalmak zorunda olmayacağız, orada malımızı harcama durumumuz da olmayacak, güneşte yürümek veya sıcakta kalmak diye bir şey olmayacaktır. İşte cennet böyle bir yerdir.

Hesap Gününde Müminin Alacağı Karşılık Bazı Ayetlerde Zikredilmektedir:
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
﴿ وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ (59)﴾
[ سورة يس ]
“Ve “Ey günahkârlar! Siz bugün şöyle ayrılın!” (denir).” (Yasin Suresi: 59)

﴿ إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ (55) هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلَالٍ عَلَى الْأَرَائِكِ مُتَّكِئُونَ 
(سورة يس)
“Şüphesiz cennetlikler o gün nimetlerle meşguldürler, zevk sürerler. Onlar ve eşleri gölgelerde koltuklara yaslanmaktadırlar.” (Yasin Suresi: 55-58)

Müjdeler olsun onlara! O zaman;

﴿ لِمِثْلِ هَذَا فَلْيَعْمَلِ الْعَامِلُونَ (61) ﴾
صافات)
“Çalışanlar böylesi için çalışsınlar!” (Saffat Suresi: 61)

﴿ خِتَامُهُ مِسْكٌ ۚ وَفِي ذَٰلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ (26)﴾
(سورة المطففين)
“Onun (içiminin) sonu bir misktir (ağızda misk gibi koku bırakır). İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar.” (Mutaffifin Suresi: 26)

﴿ إِنَّ الْمُتَّقِينَ فِي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ (15) آخِذِينَ مَا آتَاهُمْ رَبُّهُمْ إِنَّهُمْ كَانُوا قَبْلَ ذَلِكَ مُحْسِنِينَ (16) 
(سورة الذاريات)
“Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi. (Zariyat Suresi: 15-19)

﴿ فَأَمَّا مَنْ أُوتِيَ كِتَابَهُ بِيَمِينِهِ فَيَقُولُ هَاؤُمُ اقْرَءُوا كِتَابِيَهْ (19) إِنِّي ظَنَنْتُ أَنِّي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْ (20) فَهُوَ فِي عِيشَةٍ رَاضِيَةٍ (21) فِي جَنَّةٍ عَالِيَةٍ (22) قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ (23) كُلُوا وَاشْرَبُوا هَنِيئاً بِمَا أَسْلَفْتُمْ فِي الْأَيَّامِ الْخَالِيَةِ (24) ﴾
(سورة الحاقة) 
“İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: “Gelin, kitabımı okuyun!” “Çünkü ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.” Artık o, hoşnut bir hayat içindedir. Yüksek bir cennettedir. Onun meyveleri sarkar (kolaylıkla devşirilebilir). (Onlara şöyle denir:) “Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için.” (Hakka Suresi: 19-24)

Kuran Fatiha Suresinde Toplanmıştır:
Bizler şu anda amel diyarındayız ve hesap günü, karşılık alma ve hesap verme yurdunda olacağız. İnsan o güne ulaştığında her şey biter, tercih şansı kalmaz, her türlü fırsatı elinden gider. Fakat şimdi her türlü fırsat mevcuttur, rahmet kapıları açıktır, tövbe kapıları açıktır, istikamet, salih amel kapıları sonuna kadar açıktır. Fakat ahiret günü gelip çattığında her kapı kapanır, özgürlük biter, dünya sona erer. Orada malımız ile değil, yaptığımız iyilik ve kötülüklerle muamele görürüz. O gün kötü insanların yaptıkları iyilikler, kötülük yaptıkları kişilere verilir:

﴿ يَوْمَ لَا يَنْفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ (88) إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ (89) ﴾
(سورة الشعراء)
“O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar! Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka.” (Şuara Suresi: 88-89)

Bu girişten sonra devam edelim:

﴿الحَمدُ للهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ (3) مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4) إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ(5)﴾
“Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. O, rahmandır, Rahimdir. Hesap ve ceza gününün sahibidir. Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.”

Hasan-ı Basri’nin şöyle dediği nakledilir: “Kuran Fatiha Suresinde toplanmıştır. Fatiha Suresi de “yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz ayetinde toplanmıştır.” Muhakkak doğru söylemiştir. Çünkü her şey bu surede mevcuttur: Uluhiyet, hamd, rububiyet ve Yüce Allah’ın ismi.

﴿الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ﴾
“O, Rahmandır, Rahimdir”

Kaçış olmayan büyük son yine bu surededir:

﴿ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ ﴾
“Hesap ve ceza gününün sahibidir”

Şimdi de mantıklı tutum başlamaktadır:

﴿إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ﴾
“Yalnız sansa ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz”

Allah Teala eğer “ نعبد اياك (Sana ibadet ederiz.) buyursaydı, iş değişirdi. Ama Arapça bir cümlede meful (nesne) fiilin önüne geçerse, buna hasr denir. Hasr, bir fiili bir şeye has kılmak, “yalnızca” manasını vermektir. Yani burada mana şudur: “Sana ibadet ederiz ve asla seninle birlikte başka birine daha ibadet etmeyiz.” “Sana ibadet ederiz” başka bir şeydir, “yalnız sana ibadet ederiz” başka bir şeydir. İnsanın yeryüzünde ulaştığı en yüksek mertebe, sadece Allah’a ibadet etmeyi idrak etmesidir, Rasulullah (s.a.v.)’in ulaştığı en yüce makam, Allah’a kul olmak, Allah’a gerçek bir kul olmaktır. O’nun tüm tercihleri Allah’ın emirleriyle tamamen uyumluydu. Ama biz bazen tercihlerimiz konusunda Allah’ın emirlerine tam olarak uyamıyoruz. Mesela %90 uyuyorsak, %10 Allah’ın emirlerine muhalif davranıyoruz. O zaman da tam anlamıyla iyi bir kul olamıyoruz. Tam kulluk, mükemmel ibadet, tercihlerimizin %100 Allah’ın emirleri ile uyum sağlamasıdır. İşte o zaman Allah’ın kulu olabiliriz. Aksi takdirde ancak arzularımıza kulluk yaparız:

(( تَعِسَ عبدُ الدِّينارِ، والدِّرْهَمِ، والقَطِيفَةِ، والخَمِيصَةِ، إنْ أُعْطِيَ رَضِيَ، وإنْ لَمْ يُعْطَ لَمْ يَرْضَ. ))
[ البخاري عن أبي هريرة ]
“Dinarların, dirhemlerin (yani paranın) ve açlığının kulu olanlar bedbaht insanlardır. Kendilerine verildiğinde memnun olur, verilmediğinde mutlu olmazlar. (Buhari Ebu Hureyre’den nakletmiştir)

Allah’a kul olmazsanız, şehvetlerinizin esiri olursunuz. Arzularınızın esaretinden kurtulursanız da, Allah’ın kullarından biri olursunuz. Rezil bir kulun kulu olmaktansa, Allah’ın kulu olun. Çünkü Allah’ın kulları hürdür.

İnsanın Yaratılmasının En Büyük Sebebi Allah’a Kulluk Etmesidir:

﴿ إِيَّاكَ نَعْبُدُ ﴾
“Yalnız sana ibadet ederiz”

İbadet tamamen itaattir, Allah’ı bilme, O’nu tanıma üzerine bina edilmiştir ve saadet ile sonuçlanacaktır. Daha ayrıntılı manası şudur: İbadet, Allah’ı bilme ile kurulan, mutluluk ile biten itaattir.  Aksi halde bir önemi olmazdı. 

﴿ وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ (56) ﴾
(سورة الذاريات)
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat Suresi: 56)

İnsanın yaratılmasındaki en büyük sebep, Allah’a ibadet etmesidir. Yani kul Allah’ı tanımalı, itaat etmeli, O’na yaklaşmaktan dolayı da mutlu olmalıdır.

﴿ إِيَّاكَ نَعْبُدُ ﴾
“Yalnız sana ibadet ederiz.”

Senden başkasına ibadet etmeyiz. 

﴿ وَمَا أَرْسَلْنَا مِنْ قَبْلِكَ مِنْ رَسُولٍ إِلَّا نُوحِي إِلَيْهِ أَنَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ (25)﴾
(سورة الأنبياء)
“Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberlere, “Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin” diye vahyetmişizdir.” (Enbiya Suresi: 25)

Tevhid ve ibadet sadece Allah’a has yapılacak şeylerdir:

﴿ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدُونِ (25)﴾
(سورة الأنبياء)
“Şüphesiz, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse bana ibadet edin” (Enbiya Suresi: 25)

﴿ إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا فَاعْبُدْنِي وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي (14) إِنَّ السَّاعَةَ آتِيَةٌ أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَى (15) فَلَا يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لَا يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَى (16)﴾
(سورة طه)
“Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl. Kıyamet mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, neredeyse onu gizleyecek (geleceğinden hiç söz etmeyecek)tim. Buna inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimseler, seni ondan (ona hazırlanmaktan) sakın alıkoymasın, sonra helâk olursun!” (Taha Suresi: 14-16)

Vallahi bu ayet yeterlidir. Kıyamet mutlaka gelecektir. Ama kafirin çok uzun emelleri vardır.

Rükû, Allah’a Boyun Eğmenin Göstergesidir, Secde İse O’ndan Yardım İstemektir:

﴿ وَاصْبِرْ نَفْسَكَ مَعَ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ وَلَا تَعْدُ عَيْنَاكَ عَنْهُمْ تُرِيدُ زِينَةَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطاً (28) ﴾
(سورة الكهف)
“Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte ol. Dünya hayatının ziynetini arzu edip de gözlerini onlardan ayırma. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme.” (Kehf Suresi: 28)

İşte çok büyük bir ilahi yasak!

﴿ وَلَا تُطِعْ مَنْ أَغْفَلْنَا قَلْبَهُ عَنْ ذِكْرِنَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ وَكَانَ أَمْرُهُ فُرُطاً ﴾
“Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme.”

﴿ مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4) إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (5) ﴾
“Hesap ve ceza gününün sahibidir. Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.”

Fakat Allah’a ibadet etmek, O’ndan yardım istemeyi de beraberinde getirir. Rükûdayken Allah’a boyun eğdiğimizi ilan ediyor, secdedeyken ise O’ndan yardım dileniyoruz. Bu yüzden Rasulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor:

(( أعْطُوا كُلَّ سُورةٍ حَظَّها مِنَ الرُّكوعِ والسُّجودِ ))
[ أخرجه أحمد ]
“Her Surenin rükû ve secdede payı vardır” (Ahmed b. Hanbel))

Daha sonraki ayetlerde şöyle buyrulur:
﴿ اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ (6) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ(7)﴾
“Bizi doğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet; gazaba uğrayanlarınkine ve sapıklarınkine değil.”

Yani bizi nimet verdiklerinin yoluna, peygamberlerin, Salihlerin, müminlerin, akıl sahiplerinin ve nefsini temizlemiş olanların, zekilerin yoluna ilet!

“Gazaba Uğrayanlar” İle “Sapkınlar” Arasındaki Fark:
﴿ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ (7) ﴾
“Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.”

Bilen ve buna rağmen asi olan, isyan eden insanlar gazaba uğrayanlardır. Allah’ı bilmeyenler ise sapkınlardır:

﴿ صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ (7) ﴾
“Gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil.”
Allah Teala şu ayette sanki kulu ile konuşmaktadır:

﴿ قُلْ لِلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ وَيَحْفَظُوا فُرُوجَهُمْ ذَلِكَ أَزْكَى لَهُمْ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا يَصْنَعُونَ(30) ﴾
(سورة النور)
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.” (Nur Suresi: 30)

Rükûda “Subhane Rabbiye’l-Azim” yani “Ey büyük Rabbim! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim.” deriz. Yani emirlerine boyun eğdiğimizi ifade ederiz. “Sana boyun eğiyorum, sana itaat ediyorum” demiş oluruz. Secdede ise, “Subhane Rabbiye’l-Ala” yani “Ey Yüce Rabbim! Seni bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim.” deriz. Burada da “Rabbim, emirlerini uygulamamda bana yardım et” demiş oluruz. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

(( أعْطُوا كُلَّ سُورةٍ حَظَّها مِنَ الرُّكوعِ والسُّجودِ ))
[ أخرجه أحمد ]
“Her Surenin rükû ve secdede payı vardır” (Ahmed b. Hanbel))

Yüce Kuran’dan İnsan Zayıflığına Dair Ayetler:
Namazda okuduğumuz her ayetin içeriğine göre özel bir rükûsu ve secdesi vardır ki namaza şöyle başlarız:
﴿الحمد لله رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ (3) مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4) إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (5) اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ (6) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ(7)﴾
“Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. O,Rahmandır, Rahimdir. Hesap ve ceza gününün sahibidir. Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve sapkınların yoluna değil.”

Senden başkasına ibadet etmeyiz. Allah’a isyan eden bir kula asla itaat edilmez. Fakat biz zayıf varlıklarız:

﴿ يُرِيدُ اللَّهُ أَنْ يُخَفِّفَ عَنْكُمْ وَخُلِقَ الْإِنْسَانُ ضَعِيفاً (28) ﴾
(سورة النساء)
“Allah, sizden (yükümlülükleri) hafifletmek istiyor. Çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (Nisa Suresi: 28)

﴿ قَالَ رَبِّ السِّجْنُ أَحَبُّ إِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَنِي إِلَيْهِ وَإِلَّا تَصْرِفْ عَنِّي كَيْدَهُنَّ أَصْبُ إِلَيْهِنَّ وَأَكُنْ مِنَ الْجَاهِلِينَ (33) ﴾
(سورة يوسف)
“(Yusuf), “Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettiği şeyden daha sevimlidir. Onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum” dedi.” (Yusuf Suresi: 33)

﴿إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ﴾
“Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.”

Şeyh İbn Ata diyor ki: “Rabbimiz faziletini göstermek istediğinde onu yarattı ve kuluna nisbet etti.
﴿إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ﴾
“Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz.”

O zaman Allah Azze ve Celle’ye yönelelim:

﴿ اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ (6) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ(7)﴾
“Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve sapkınların yoluna değil.”

İşte onlar başaranlar, kurtuluşa erenler, iki dünyada da mutluluğa erişen müminlerdir. Onlar Allah’ı tanır, O’na itaat eder, O’na yaklaşır, Allah hakkında düşünür ve O’na yaklaşmaktan mutlu olurlar.
﴿صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ﴾
“Nimet verdiklerinin yoluna ilet”

Kim Allah ve Rasulüne itaat ederse, Allah Teala onu peygamberler, sıdıklar, şehitler ve Salihlerle haşreder.

﴿ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ (7) ﴾
“gazaba uğrayanların ve sapkınların yoluna değil.”

Onlar, Allah’ı bilirler ama O’nun dininden yüz çevirirler, dinler ve isyan ederler.
﴿ وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ خُذُوا مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ وَاسْمَعُوا ۖ قَالُوا سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَأُشْرِبُوا فِي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ ۚ قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُم بِهِ إِيمَانُكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ (93)﴾
[ سورة البقرة ]
“Hatırlayın ki sizden sağlam bir söz almış, dağı da üzerinize kaldırmıştık. “Size verdiklerimize sımsıkı sarılın, söylenenlere kulak verin” demiştik. Onlar, “İşittik ve isyan ettik!” dediler. İnkârları yüzünden kalpleri buzağı sevgisiyle dopdoluydu. De ki: “Eğer böyle inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!” (Bakara Suresi: 93)
“Biz ihsan kullarıyız, imtihan kulları değiliz” derler. Onlardan birinin şöyle bir duası vardır: “ bize emrettin ama biz emrine uymadık, bize yasaklamalar getirdin, biz onları yine yaptık” derler. İşte onlar gazaba uğrayanlardır.

Marifet, Fatiha Suresini Okuyup Manasını Özümsemektir:
Allah’ı bilip nasıl isyan edersiniz! Bir Adam İbn Ethem’e “bana izin ver günah işleyeyim” dedi. İbn Ethem de şöyle dedi: “Beş şeyi yaparsan, günahların sana zarar vermez.” Bunun üzerine adam onların ne olduğunu sordu. İbn Ethem de “Eğer Allah’a isyan etmek istiyorsan, onun topraklarında yaşayamazsın” dedi. Adam, “Nerede yaşayacağım?” diye şaşırınca İbn Ethem, “Yarattığı toprağa İsyan ettiğin bir yerde nasıl yaşarsın” “İkinci olarak, eğer isyan edeceksen, O’nun rızkından yemeyeceksin” dedi. Adam ne yiyeceğini şaşkınlıkla sorunca yine “isyan ettiğin yerde nasıl yemek yersin” dedi. Üçüncü olarak adama günah işlemek istiyorsa Allah’ın görmediği bir yerde günah işlemesi gerektiğini söyledi. Adam “Âlemlerin Rabbi olan Allah beni nasıl görmez?” diye sorunca İbn Ethem şöyle dedi: “O zaman, onun toprağında yaşıyorsun, rızkından yiyorsun, itaat edeceksin. Çünkü O seni görüyor”

﴿ اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ (6) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ(7)﴾
“Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve sapkınların yoluna değil.”
Bu dersimizi Rasulullah (s.a.v.)’in bir hadisi ile sona erdirelim:
Ki onu namazın her rekâtında okuruz:

(( لا صلاة لمن لم يقرأ بفاتحة الكتاب ))
[متفق عليه عن عبادة بن الصامت]
“Fatiha Suresini okumayanın namazı yoktur” (Buhari ve Müslim Ubade b. Samit’ten nakletmişlerdir)

Asıl marifet Fatiha’yı okuyup manalarını özümsemek, onları temsil etmektir:

﴿الحمد لله رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ (3) مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4) إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (5) اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ (6) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ(7)﴾
“Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. O,Rahmandır, Rahimdir. Hesap ve ceza gününün sahibidir. Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet. Nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların ve sapkınların yoluna değil.”

İnsan Muhtaç Olarak Allah’a İtaat Ettiğinde Allah Ona Yardım Eder:
“Yalnız sana ibadet eder ve yalnız senden yardım dileriz” dediğimizde ameli tutumumuz başlar. Allah Subhanehu ve Teala alemlerin Rabbi’dir, O Rahmandır, Rahimdir, kendisinden başka ilah olmayandır, her şeyiyle övgüye layık olandır. O zaman ne bekliyorsunuz?!!
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (5)
“Yalnız sana ibadet eder yalnız senden yardım dileriz.)

(( من حديث أبي موسى الأشعري رضي الله عنه أنَّ رسول الله صلى الله عليه وسلم قال له: يَا عَبْدَ اللَّهِ بْنَ قَيْسٍ، قُلْتُ: لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ، قَالَ: أَلَا أَدُلُّكَ عَلَى كَلِمَةٍ مِنْ كَنْزٍ مِنْ كُنُوزِ الْجَنَّةِ؟ قُلْتُ: بَلَى، يَا رَسُولَ اللَّهِ، فَدَاكَ أَبِي وَأُمِّي قَالَ: لَا حَوْلَ وَلَا قُوَّةَ إِلَّا بِاللَّهِ ))
[ رواه البخاري ومسلم ]

O’na isyandan ancak onun sayesinde dönülebilir. O’na itaat edecek gücü ancak O verebilir. Yani,
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (5)
“Yalnız sana ibadet eder yalnız senden yardım dileriz.)
Mesela Hz. Yusuf buyurmuştu ki:
(وَإِلَّا تَصْرِفْ عَنِّي كَيْدَهُنَّ أَصْبُ إِلَيْهِنَّ وَأَكُن مِّنَ الْجَاهِلِينَ)
“Eğer onların bana kurdukları tuzağı boşa çıkarmazsan, korkarım ki, onlara meyleder ve cahillerden olurum!”
İnsan Allah’a muhtaç olarak itaat ettiğinde Allah O’nun itaatine yardım eder. Kendine güvenirse Allah da onu kendi haline bırakır. Bu yüzden İmam Ahmed (r.a) ölmeden önce şöyle demişti: “Daha değil, daha değil” Talebeleri çok şaşırmıştı. Vefat ettiğinde bazı talebeleri onu rüyasında görmüştü ve demişti ki: “Efendim sen daha değil demiştin.” O da şöyle cevap vermişti: “Oğlum şeytan bana geldi ve dedi ki: ‘kurtuldun.” Ben de “daha değil” demiştim. “Ta ki ruh imanla bedenimden ayrılıncaya kadar. İşte şimdi kurtuldum.” İnsan hayattayken kibre düşerse günaha girmiş olur. Ama aşırı bir övünme yaşarsa o zaman şirke girer. 
إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (5)
“Yalnız sana ibadet eder yalnız senden yardım dileriz.)

Her daim Allah Teala’ya muhtaç olmalıyız. Bir peygamberin puta tapması mümkün müdür? Bu imkansızdır. Kuran’ı Kerim’de İbrahim (a.s.)’ın Rabbine şöyle yalvardığı geçmektedir:
﴿ وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ اجْعَلْ هَٰذَا الْبَلَدَ آمِنًا وَاجْنُبْنِي وَبَنِيَّ أَن نَّعْبُدَ الْأَصْنَامَ (35)﴾
[ سورة إبراهيم ]
“İbrâhim şöyle dua etmişti: “Rabbim! Bu şehri güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara tapmaktan uzak tut!” (İbrahim Suresi: 35)
Bu Allah’a muhtaç olmaktır. “Yalnız sana kulluk eder, yalnız senden yardım dileriz.” Bu Yüce Allah onu itaat etmeye ve yardım istemeye azmettikten sonradır. Şimdi ayrıntılara geliyoruz. Ey Rabbim,

﴿اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ(6) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ(7)
“Bizi dosdoğru yola ilet; Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, dalâlete sapmışların yoluna da değil! Âmin!”
Şimdi doğru yol olan Kuran’ı Kerim’i okuyun. Kuran sırat-ı müstakimdir. Şunu yap ya da yapma! 

(قُل لِّلْمُؤْمِنِينَ يَغُضُّوا مِنْ أَبْصَارِهِمْ) .
“Mümin erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar”

﴿ وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لَا تَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبَىٰ وَالْيَتَامَىٰ وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَأَقِيمُوا الصَّلَاةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا مِّنكُمْ وَأَنتُم مُّعْرِضُونَ (83)﴾
[ سورة البقرة ]
“Bir zamanlar biz İsrâiloğulları’ndan, “Yalnız Allah’a kulluk edeceksiniz; ana babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz. İnsanlara güzel söz söyleyin, namazı kılın, zekâtı verin” diyerek söz almıştık. Sonra, içinizden küçük bir kesim dışında, sözünüzden döndünüz; hâlâ da sırt çevirmektesiniz.” (Bakara Suresi: 83)
﴿ إِنَّ اللَّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالْإِحْسَانِ وَإِيتَاءِ ذِي الْقُرْبَىٰ وَيَنْهَىٰ عَنِ الْفَحْشَاءِ وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ ۚ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ (90)﴾
[ سورة النحل ]
“Şüphesiz Allah, adaleti, iyilik yapmayı, yakınlara yardım etmeyi emreder; hayâsızlığı, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl Suresi: 90)

Kuran’ı Kerim’in bütün ayetleri sırat-ı müstakimdir:
Kuran’ı Kerim’in bütün ayetleri doğru yoldur. Dersiniz ki:

﴿اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ(6) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ(7)
“Bizi dosdoğru yola ilet; Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, dalâlete sapmışların yoluna da değil! Âmin!”
Gazaba uğrayanlar biliyorlardı ama tahrif ettiler. Dalalete sapanlar aslında bilmiyorlardı. Sapkınlar çoktur. Ama gazaba uğrayanlar daha çoktur. Müslümanların çoğu Rablerinin olduğunu, ahirette cennet ve cehennem olduğunu bilirler. Ama buna rağmen haram yerler, haram yedirirler, Allah’ın emirlerine aldırış etmezler. Allah’a karşı günah işler ve “biz aciziz, O’nun lütfunun kullarıyız, imtihan kulları değil.” Derler. İşte onlar gazaba uğrayanlardır. Dalalette olanlar ise aslında Allah’ı tanımayanlardır. Onlar ki:

﴿ وَمَن يُطِعِ اللَّهَ وَالرَّسُولَ فَأُولَٰئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاءِ وَالصَّالِحِينَ ۚ وَحَسُنَ أُولَٰئِكَ رَفِيقًا (69)﴾
[ سورة النساء ]
“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehidlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.” (Nisa Suresi: 69)

Onlar ki Allah’ın kendilerine nimet verdiği kullardır. 
﴿اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ(6) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ)
“Bizi dosdoğru yola ilet; Nimetine erdirdiklerinin yoluna”
Hamd vardır.

(الْحَمْدُ لِلَّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) الرَّحْمَٰنِ الرَّحِيمِ (3)
“Hamd alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsusturç O Rahmandır, Rahimdir.”

Ve korkunç bir son vardır.

(مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ)
“Din gününün sahibidir.”

Karşılık günü… Ve pratik bir duruş vardır.

(إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ)
“Yalnız sana ibadet eder, yalnız senden yardım dileriz.”

Ve ayrıntılar…

(اهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ)
“Bizi doğru yola ilet.”

Yani sen Hakim olan, Rab olan, Rahman ve Rahim olan Allah’a hamd ettin. Biliyorsun ki bir hesap günü var ve orada artık tercih hakkın yok. Sonra Allah Teala’ya umut bağladın ve kulluğunu, yardım talebini ilan ettin. Sonra da doğru yolu bahşetmesini talep ettin. İşte doğru yol…

(صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ(7)
Nimetine erdirdiklerinin yoluna; gazaba uğramışların yoluna da, dalâlete sapmışların yoluna da değil! Âmin!”

Amin kelimesi “Rabbim duamı kabul buyur” demektir. Sonra dua gelir, sonra da kıraat…

Hamd, Alemlerin Rabbi Olan Allah’a Mahsustur

Allah'ım, Peygamberimiz Hz. Muhammed'e (s.a.v.) layık olduğu mükâfatı, ashabına layık olduğu mükâfatı, hocalarımıza, bize öğretenlere ve üzerimizde hakkı olanlara mükâfatı ver.
Allah'ım, bu buluşmamızı mübarek ve rahmetli kıl, ondan sonra ayrılışımızı da korunaklı kıl. Aramızdan veya bizimle beraber olan hiçbir kimseyi bedbaht ve mahrum bırakma.
Allah'ım, bizi İslam'a hidayet ettiğin gibi, bu yolda sabit kıl. Allah'ım, bizi asla sapmayacağımız doğru yola ilham et ve bizi doğru amellere hidayet et. Çünkü Senden başka doğru yola hidayet eden yoktur. Allah'ın salât ve selâmı Peygamberimiz Hz. Muhammed'e, ailesine ve ashabına olsun.

Hamd, Alemlerin Rabbi Olan Allah’a Mahsustur

Metni indir

نص الدعاة

Mevcut Diller

Resmi Gizle