Karanlık Mod
04-10-2024
Logo
Akaid- Akaid ve Kuran’ın İcazı– Ders 01 Önsöz – İnsanın Varoluş Nedeni – 1
   
 
 
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla  
 

Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Emin ve sözünün eri olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e salât ve selam olsun. Allahım, senin öğrettiklerin dışında bizim bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz ki sen her şeyi hakkıyla bilen ve uygun bir şekilde yaratansın. Allahım, bize faydalı ilmi öğret, öğrettiklerinden de faydalanabilmeyi nasip et, ilmimizi arttır. Bize hakkı hak olarak göster, ona tabi olmakla rızıklandır, batılı da batıl olarak göster, ondan sakınmakla rızıklandır. Bizi sözü işitip, en güzel şekilde tabi olanlardan kıl, rahmetinle Salih kulların arasına kat. Cehaletin ve şüphelerin karanlıklarından, marifet ve ilim nuruna çıkart, arzularımızın hizmetinden al ve bizi cennetine ulaştır.

Değerli Kardeşlerim, Akaid ve Kuran’ın İcazı derslerimizin ilkine başlamaktayız.

İnsan Aktif, Eylemleri olan Bir Varlıktır:

1- İnsanın Güdülerinden Kaynaklanan Eylemleri:

İlk olarak, insan aktif bir varlıktır. Bir de pasif varlıklar vardır. Mesela odun parçası pasif, durağan bir varlıktır. Fakat insan aktiftir, hareketlidir. Peki, insanı hareket ettiren şey nedir? Tabi ki Allah Teâlâ’nın ona verdiği güdüler, hareket ettirici unsurlardır. Allah insana yemek yeme, evlenme ve kendini ispatlama gibi ihtiyaçlar vermiştir. Bu ihtiyaçlar da insanın aktif bir varlık olmasını sağlamaktadır.

2- İnsanın Temel İhtiyaçları Üç Çeşittir:

Allah Teâlâ, insana üç çeşit temel ihtiyaç vermiştir. Bunların ilki, yeme içmeye olan ihtiyaç, ikincisi evlenmeye olan ihtiyaç ve üçüncüsü de kendini ispatlamaya, doğrulamaya olan ihtiyaçtır. Bu üç çeşit ihtiyaca bağlı güdüler olmasaydı, yeryüzünde hiçbir şey göremezdin.

Çünkü yeme içmeye zorunlu olarak ihtiyaç duyarsın ve bunun için çalışırsın, bu çalışma ile bina yaparsın, bu bina ile okul, hastane, yol, dolap üretimi veya tıp ya da mühendislik okursun. Çünkü insan yeme içmeye muhtaç olduğundan, çalışmalıdır. Çalışınca da üretir. İşte bu yüzden Allah Teala ameli yani işlerimizi bize imtihan vesilesi kılmıştır ki bakalım amelimizde sadık olabilecek miyiz, yoksa olamayacak mıyız, İşimizi en iyi şekilde yerine getirebilecek miyiz getiremeyecek miyiz ve onda samimi olacak mıyız yoksa samimi olmayı başaramayacak mıyız.

3- Cansız Varlıklar ve Bitkiler Arasındaki Fark:

Cansız varlıkların tanımına değinecek olursak, onlar, boşlukta yer kaplayan, üç boyutlu, ağırlıkları olan maddelerdir.

Bitkiler de, yine cansız varlıklar gibi boşlukta yer kaplarlar, üç boyutludurlar ve bir ağırlıkları vardır. Fakat onlar gelişir, büyürler. Aralarındaki fark budur. Hayvan ise, yine boşlukta yer kaplayan, üç boyutu ve ağırlığı olan, bitkiler gibi gelişen ve hareket eden varlıktır ve hayvan yürüyebilir. İnsana gelince, o da bu özelliklerin hepsini taşımakla beraber, ayrıca düşünebilen bir varlıktır.

İnsanın en değerli varlığı aklıdır. Allah Teâlâ ona, anlayabilme, idrak edebilme gücü vermiştir. Bu idrak gücü, ilmin gıdasıdır. İlim talep etmeyen, hakikati aramayan, ona ulaşmak için çabalamayan ve iman etmeyen insan, insanî değerini kaybeder. Böyle bir kimsenin hayatı, hayvani bir yaşam haline gelir, bilgisiz bir insan, hayvan gibi yaşar. Bunun delili de şu ayetlerdir:

 ﴾ مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا ﴿

(سورة الجمعة الاية: 5)

“Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir.”

(Cuma Suresi: 5)

 ﴾ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا ﴿

(سورة الفرقان الاية: 44)

“Onlar hayvanlar gibidirler, belki yolca onlardan daha da şaşkındırlar.”

(Furkan Suresi: 44)

Hatta onlar:

 ﴾ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ ﴿

(سورة المنافقون الاية: 4)

“Elbise giydirilmiş kereste gibidirler.”

(Münafikun Suresi: 4)

Kardeşlerim; İlk önemli nokta, insanın aktif bir varlık olmasıdır. Fakat cansız varlıklar pasif, hareket etmeyen varlıklardır. Peki, bizi hareket ettiren şey nedir? Yemeğe olan ihtiyacımızdır. Bunun için Allah Teâlâ peygamberlerin beşeri yönünü vurgulamıştır ve ne zikretmiştir? İşte şu ayeti:

 ﴾ وَما أَرْسَلْنَا قَبْلَكَ مِنَ الْمُرْسَلِينَ إِلَّا إِنَّهُمْ لَيَأْكُلُونَ الطَّعَامَ وَيَمْشُونَ فِي الْأَسْوَاقِ ﴿

(سورة الفرقان الاية: 20)

“Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz yemek yerler, çarşıda pazarda gezerlerdi.”

(Furkan Suresi: 20)

Yani onlar, yemek yemeğe gereksinim duyarlar, yemeğin değerini bilirler ve bunun için de çarşılarda çalışırlar. O zaman bu ayet, onların beşeri yönlerinin bir delilidir. Peygamberler de yemek yerler ve çarşıda pazarda gezerlerdi.

Aklın, Kalbin ve Bedenin Gıdası:

Bunun için değerli kardeşlerim, insanın idrak eden aklı, seven bir kalbi ve hareket eden bir bedeni vardır. Aklın gıdası ilim, kalbin gıdası sevgi ve bedenin gıdası yiyecek ve içeceklerdir. Bu üç tür ihtiyaç karşılanmazsa yani ilim, Allah sevgisi, yeme içme, uyku ve istirahat gibi zaruri ihtiyaçlar talep edilmezse, o zaman sınırlar aşılabilir.

Gıda İhtiyacını Giderme Konusunda Aşırılıktan Kaçınmak:

Aşırılık ile üstünlük arasındaki fark nedir? Üstünlük, tüm ihtiyaçların bir seferde karşılanmasıdır. Yani ilim talep etmek, kalbi beslemek ve bedene önem göstermekten oluşan üç taraf için çaba harcamandır. Aşırı gitmek ise, aklının, kalbin adına ya da kalbinin aklın adına gelişmesi, kaslarının ise kalbin ve aklın menfaatine gelişmesidir. İşte aşırılık ve üstünlük arasındaki büyük fark budur. Daha önce size insanın Rabbi ile, ailesi ile, iş ile ve sağlığı ile ilişkisini önemsememesi durumunda neler olabileceğinden bahsetmiştim. İşte bu dört maddede bir düzensizlik bulunduğunda, yukarıdaki üç madde de etkilenecektir.

İnsanın Eylemleri Ne Zaman Doğru Olur:

Şimdi, insan hareketli, aktif bir varlıktır. Peki, bu hareketler ne zaman doğru olur? İnsanın hareketi, eylemi doğru da olabilir, yanlış da olabilir. Bir hedefe yönelik de olabilir gelişigüzel de olabilir. Verimli de olabilir, verimsiz de olabilir. Zira marifet, sadece eylemde bulunmak değildir, asıl marifet, hareketi yani eylemi doğru hedefe uygun şekilde gerçekleştirmektir.

İnsan açtır veya ölmek üzere iken aşırı derecede susuzluk hisseder. Önünde birçok yol vardır, burada yapması gereken, herhangi bir eylemde bulunması değildir, asıl yapması gereken şey, suya doğru harekete geçmesidir. Çünkü kurtuluşu sudur. O zaman: İnsan, eylemde bulunan bir varlıktır, kavrayabilen bir akla, sevebilen bir kalbe, hareket edebilen bir bedene sahiptir. Bu hareket de ancak hedef bilindiğinde doğru olabilir.

Bir örnekle açıklayalım: Mesela batı ülkelerinden birine gittin, bir otelde konakladın, ilk gün uyandın ve sordun: ‘Bugün nereye gideyim?’ O zaman sana deriz ki ‘Buraya neden geldin?’ yani oraya geliş nedenini sorgularız. Eğer ‘ben bir ilim talebesiyim’ dersen, ‘o zaman enstitülere ve üniversitelere git’ deriz. Ama eğer ‘turist olarak, gezmek amacıyla geldim’ dersen de o zaman sana ‘restoranlara ve mesire alanlarına git’ deriz. Yok, eğer ‘tüccar olarak geldim’ dersen de, işyerlerine ve tesislere gitmeni söyleriz.

Önemli hakikat şudur: Hayatta eylemlerimiz, başlı başına doğru olamaz. Nitekim İlk başta söylediğim gibi, insan eylemleri olan bir varlıktır. Bu eylemlerin doğru, faydalı ve başarılı olabilmesi için, bu hayatta bulunduğumuz yerdeki hedeflerimizi en iyi şekilde bilmemiz gerekmektedir.

Bazen bir araba, yanlış hareket yapar ve uçurumdan yuvarlanır. İçindeki herkes ölür. Şimdi burada marifet, aracın rastgele hareket etmesi değildir. Sabahleyin insanlara bak hepsi hareket ediyor:

 ﴾ وَاللَّيْلِ إِذَا يَغْشَى -وَالنَّهَارِ إِذَا تَجَلَّى - وَمَا خَلَقَ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى - إِنَّ سَعْيَكُمْ لَشَتَّى ﴿

(سورة الليل الاية: 1-4)

“Örteceği zaman geceye andolsun. Ve tecelli edeceği (aydınlanmaya başlayacağı) an gündüze. Ve erkeği ve dişiyi yaratana (andolsun) Muhakkak ki sizin çalışmalarınız (çabalarınız) gerçekten dağınıktır (çeşit çeşittir).”

(Leyl Suresi: 1-4)

Her insanın aklında çabaladığı bir şey vardır. Marifet eylemde bulunmak değil, eylemimizin doğru hedefe yönelik olmasıdır. Bu yüzden Cenab-ı Hak şöyle buyurmaktadır:

 ﴾ قُلْ هَلْ نُنَبِّئُكُمْ بِالْأَخْسَرِينَ أَعْمَالًا - الَّذِينَ ضَلَّ سَعْيُهُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَهُمْ يَحْسَبُونَ أَنَّهُمْ يُحْسِنُونَ صُنْعًا ﴿

(سورة الكهف الاية: 103-104)

“(Ey Muhammed!) De ki: “Amelce en çok ziyana uğrayan; iyi iş yaptıklarını sandıkları hâlde, dünya hayatındaki çabaları kaybolup giden kimseleri size haber verelim mi?”

(Kehf Suresi: 103-104)

Eylemin hedefe göre olması kaçınılmazdır. Çok üzücüdür ki, bir anket yapıldı ve bin kişiye ‘hayatta ulaşmak için çabaladığınız hedefiniz nedir?’ diye soruldu ve sonuç şöyle çıktı: Ankete katılanların %3’ünün hedefleri belirli, kalan %97’nin ise eylemlerinin rastgele ve hedefsiz olduğu ortaya çıktı. Bu yüzden hep derim ki: Ya sen hayatını planlarsın ya da birileri senin için plan yapar. Ya sen kendin için bir şeyler yaparsın ya da birileri senin adına bir şeyler yapar. Ya sen hedefini çizersin ya da birileri seni kullanmak için sana hedef çizerler.

İlim Ciddi Bir Meseledir:

İlim meselesi, ciddi bir konudur. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:

 ﴾ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا ﴿

(سورة النساء الاية: 113)

“(Allah) sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.”

(Nisa Suresi: 113)

Ben hep şöyle derim değerli kardeşlerim: İnsan için en büyük keramet, ilim kerametidir ve bu olağanüstülüğü gerektirmeyen bir keramettir. Bu gerçeği, şu ayetler de göstermektedir:

 ﴾ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُ وَكَانَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا ﴿

(سورة النساء الاية: 113)

“(Allah) sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir. Allah’ın sana lütfu çok büyüktür.”

(Nisa Suresi: 113)

 ﴾ وَلَمَّا بَلَغَ أَشُدَّهُ وَاسْتَوَى آتَيْنَاهُ حُكْمًا وَعِلْمًا ﴿

(سورة القصص الاية: 14)

“Mûsâ, olgunluk çağına ulaşıp gelişimini tamamlayınca, biz ona ilim ve hikmet verdik.”

(Kasas Suresi: 14)

O zaman; Diyelim ki doktora yapmak için Batılı ülkelerden birine gittin. Bu ülke çok geniş ve güzeldir. Orada yeme içme mekânları, mesire alanları, tiyatrolar, sinemalar, gece kulüpleri, hareketli caddeler, güzel mekânlar, mağazalar, tarihi eserler, üniversiteler, okullar, iş yerleri, kurum ve kuruluşlar vardır. Ama sen biliyorsun ki bu ülkeye bir hedef için geldin, o da doktora yapmak. İyi düşün, orada ne olur? Eğer hedefin açıkça belliyse, bu hedefini gerçekleştirmek için sana yardımcı olacak yüzlerce, hatta binlerce vesileyi tercih edersin.

Bir öğrenci doktora için batılı bir ülkeye gider. İlk işi, üniversite civarında vaktini, çalışmalarını ve parasını iyi değerlendirebileceği bir ev kiralamak olur. Fransızcayı iyi bilen bir arkadaş bulur, ihtisas alanıyla ilgili dergi satın alır, yine alanı ile ilgili bilgisini geliştirmek için ilmî fuarlara gider. Hedefini iyi bir şekilde belirlersen, onu gerçekleştirmek için belirli araçlar ile yolunu bulursun. Bunun için gerçeğin özü şudur: İnsanın hayattaki eylemleri, ancak varoluş sırrını ve yaratılma sebebini bildiği zaman doğru eylemler olurlar.

İnsan Ne Zaman Mutlu Olur:

1- Günlük Davranış ve Eylemlerde Hedefi Bilmek:

İkinci madde, insan ne zaman mutlu olur? Hayattaki eylemleri, kendisi için belirlediği hedeflere uygunsa işte o zaman mutlu olur. Bunun delili şudur: Hayati önem taşıyan bir sınavı olan bir öğrencinin, kendisiyle aynı üniversitede okumayan, farklı işlerle uğraşan sevdiği arkadaşları olsun. Bu sınavın hemen öncesinde arkadaşları gidecekleri güzel bir geziye onu da götürmek istiyorlar. Bu öğrenci arkadaşlarını, arkadaşları da onu çok seviyor. Gidecekleri yer de çok güzel, yemekler bol, manzarası harika olan bir mekân. Fakat bu öğrenci hayati bir sınavın eşiğinde. Bu durumda arkadaşları onu zorla götürdüğünde, bu öğrencinin aşırı bir rahatsızlık hissetmesinin nedeni nedir? Çünkü o, hedefine uygun bir davranışta bulunmamış olur, bu yüzden keyifsiz hisseder. Bu öğrenci, karanlık bir odaya kapansa, ders kitabını okusa, anlasa ve iyice kavrasa, o zaman büyük bir rahatlık hisseder. Peki, bu rahatlık nerden geliyor? Tabi ki yaptığı davranışın hedefine uygun olmasından kaynaklanıyor. O zaman; varlığının sırrını biliyorsan, eylemlerin doğru olur, hedefine uygun bir şekilde hareket ettiğin zaman da mutlu olursun. İşte prensip budur.

2- İnsan, Kendini Sevmek Ve Sürekliliğini Sağlamak Üzere Yaratılmıştır:

Değerli kardeşlerim; Şu bir gerçektir ki insan, kendini sevmeye programlanmış olarak yoğrulmuş veya yaratılmıştır. Bunu itiraf etsen de, etmesen de, buna katılsan da, katılmasan da bu böyledir. İnsan kendini sever, sıhhatte olmayı, olgunlaşmayı ve hayatının sürekliliğini ister. Yani yeryüzünde, beş kıtada yaşayan Altı Bin Milyon kişi arasında bir kişi bile yoktur ki, kendini sınırsızca sevmeye, sağlığa, olgunluğa ve hayatının devamlılığına istekli olmasın.

Hangimiz hastalığı isteriz? Hangimiz fakirliği isteriz? Kim özgürlüğünü kaybetmeyi ister? Asla! Bu yeryüzündeki ortak paydamızdır.

 ﴾ خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ﴿

“Sizi tek bir nefisten yarattı”

Aynı fıtrat, aynı nitelikler ve aynı hedefler!

Vücudumun Selametini, Emniyetini Nasıl Sağlarım?

Kardeşlerim, Vücudumun selametini, emniyetini nasıl sağlarım? Sen evrendeki en karmaşık makinesin, bu makine, acziyetten değil, mucizeliğinden dolayı karmaşıktır, düğümlenmiştir. Bu eksiksiz ve karmaşık makinenin, hakîm ve her şeyden haberdar olan bir sanatkârı vardır. Tabi ki bu sanatkârın makinesi ile ilgili işletim ve bakım talimatları da vardır. Bu durumda, sen de işe kendini sevmekle, vücudunu sevmekle ve vücudunun selametini, esenliğini istemekle işe başlarsın. Bunun için de o sanatkârın talimatlarına kesinlikle uymalısın:

 ﴾ مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا ﴿

(سورة الجاثية الاية: 15)

“Kim salih bir amel işlerse, kendi lehine işlemiş olur. Kim de kötülük yaparsa, kendi aleyhine yapmış olur.”

(Casiye Suresi: 15)

1- Günahların, Sonuçları İle İlişkilerini Bilmek:

Sanatkârın talimatları ile yola çıktığımızda, bilmeliyiz ki bunların bir sonucu da olacaktır. Nitekim günahın da bir sonucu vardır. Bir emir ile sonucu arasındaki ilişki bilinen bir ilişkidir. Yani bu ilişki sonucun sebebidir. Yine günah ile sonucu arasında da bilinen bir ilişki yani sonucun sebebi olan bir bağlantı bulunmaktadır.

Şöyle açıklayabiliriz: Yüksek gerilim hattına yaklaşman yasaklandıysa, yaklaştığın zaman, bir polise, görevli bir memura, bu ihlalin altını çizmeye gerek yoktur. Çünkü yaklaştığın elektrik akımı seni zaten cezalandırır. Ona en az sekiz metre yaklaştığında, insan kömür parçasına döner. O zaman: Burada mesele, senin tutuklanacağın bir ihlal değildir. Kimse sana göre bir düzen kurmaz. Emir ise çok daha karmaşıktır. Emir ile sonucu, yasaklama ile sonucu arasındaki ilişkinin var olduğuna inandığın zaman, yani bu ilişkinin sonuca sebep olan bir araç olduğuna iman edersen, esenlik talebin doğrultusunda Allah’ın emirlerine itaat etmiş, doğru yolda ilerlemiş olursun.

Umarım bu ders, Akaide giriş derslerinden biri olur. Emir ile Nehiy arasında ilmi bir ilişki vardır. Bu ilişki bazen vahyi (kanuni) bir ilişki olabilir.

Bazen bir ülke, parasının değerini korumak için, kambiyoyu yani döviz almayı yasaklar. Eğer bir vatandaş yanında döviz taşır, kanuna uymazsa, ağır bir şekilde cezalandırılır. Ama diğer ülkelerde bunun için cezalandırılmaz. O zaman deriz ki, burada duruma göre değişen bir ilişki mevcuttur. Yani kişi yaşadığı ülkeden çıktığı zaman döviz taşıdığı için kesilmiş olan cezadan kurtulmuş olacaktır. Dolayısıyla burada suç ile sonucu arasındaki ilişki, ilmi bir ilişki değil, kanuni bir ilişkidir.

Bir evin iki kapısı varsa ve bir baba oğluna bir kapıyı kullanmayı yasakladıysa, diğer kapıyı kullanmasına izin vermiş demektir. Oğlu yasaklanan kapıyı, babası bunu yasakladığı halde çıkış için kullandıysa o zaman deriz ki; yasaklama ve ceza arasındaki ilişki yine duruma göre oluşmuş bir ilişkidir. Çünkü bu yasağı baba koymuştur. Bunun için kanunların çoğu da bir kanun koyucunun emri ile oluşmuş kanunlardır. Fakat şerî hükümlerdeki ilişki ilmi bir ilişkidir. Yani tüm emirlerde sonuçlarının özleri olduğu gibi yasakların da böyledir. Bunu düşündüğünde de anlayabilirsin.

Derin anlayış sahibi bir kişi ‘mayın tarlasını geçmek yasaktır’ yazan bir tabela gördüğünde, bu tabelayı yazana karşı bir kin beslemez ve onun özgürlüğünü sınırladığını düşünmez. Aksine onun, güvenliği için bir garanti olduğunu düşünür.

2- Her şeyden Haberdar Olan Ve Her şeyi Bilen Yaratıcıya İtaat Etmek:

Kardeşlerim, güvenliği sağlamak için yapmak gereken şey, Habir olan Allah’a itaat etmektir:

 ﴾ وَلَا يُنَبِّئُكَ مِثْلُ خَبِيرٍ ﴿

(سورة فاطر الاية: 14)

“Bunları sana hiç kimse, hakkıyla haberdar olan (Allah) gibi haber veremez.”

(Fatır Suresi: 14)

O, senin emniyetinden, saadetinden, başarılarından ve sonucundan haberdardır. O zaman, kişinin emniyeti, ancak O sanatkârın talimatlarına uymak ile gerçekleşebilir. Yani Allah’ın yap ve yapma dediklerine uymakla. Bu yüzden mümin bir kişi bazen şöyle söyler: ‘ben yalan söylemem’ bu güzel, talimatlara uygundur. ‘Ben aldatmam’, çok güzel, ‘ben haram mal yemem’, çok çok güzel. Fakat burada istikametin tabiatında bir olumsuzluk vardır. İstikamet fiillerinin çoğunda hep bir olumsuzluk eki kullanılır. Şöyle ki, ‘Haram mal yemiyorum’ Allah bereketlendirsin, ‘yalan söylemiyorum, aldatmıyorum, gıybet etmiyorum, zina etmiyorum, içki içmiyorum, öldürmüyorum’ ne güzel… Güvenlik ve esenlik istikamet üzere olmayı gerektirir:

 إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ ﴿
 ﴾ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ

(سورة فصلت الاية: 30)

“Şüphesiz “Rabbimiz Allah’tır” deyip de, sonra dosdoğru olanlar var ya, onların üzerine akın akın melekler iner ve derler ki: “Korkmayın, üzülmeyin, size (dünyada iken) vaat edilmekte olan cennetle sevinin!”

(Fussilet Suresi: 30)

Şimdi, sen kendini sevmek, kendi emniyetini ve olgunluğunu isteme üzere yaratılmış bir varlıksın. Olgunluğa erişmen ise, ancak Allah’a yaklaşmak ile gerçekleşir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur:

 ﴾ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ ﴿

(سورة الرعد الاية: 28)

“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.”

(Rad Suresi: 28)

3- Allah’a yaklaşmak:

Mutluluğa giden tek yol Allah’a yaklaşmaktır:

 ﴾ وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا ﴿

(سورة طه الاية: 124)

“Her kim de benim zikrimden (Kuran’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır.”

(Taha Suresi: 124)

Allah’a yemin ederim, dört yüz kişi ile yapılan bir araştırma okudum. O, başarının zirvesi hakkında dört yüz kişi ile yapılan ayrıntılı, zor bir çalışmaydı. Bu kişilerin çoğu intihar etti. Çünkü sadece dünyayı istemişler, ahireti unutmuşlardı:

 ﴾ وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى ﴿

(سورة طه الاية: 124)

“Her kim de benim zikrimden (Kuran’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.”

(Taha Suresi: 124)

Dünyadaki büyük mühendislerden biri, Asya ve Avrupa’yı birbirine bağlayan İstanbul birinci Boğaz Köprüsünü tasarladı. Bu köprüden bir günde üç yüz bin araç geçmektedir. Köprünün açıldığı gün bu mühendis, kendini Boğaz Köprüsünden aşağı attı. Oteldeki odasına gittiklerinde, üzerinde şu notun yazılı olduğu bir kâğıt buldular: ‘Hayattaki her zevki tattım ama tam bir lezzet alamadım, ben de, bir de ölümün tadına bakmayı istedim.’

Allah’ı bilmeden geçen bir hayat, bomboş, önemsiz, değeri olmayan bir hayattır. Bunun için dünyada yaşayanlar, gelirler ve bir gün ondan ayrılırlar, dünyadaki en güzel şeyi tatmadan oradan çıkarlar. Dünyada bir cennet vardır, ona girmeyen kişi, ahirette de cennete giremez:

 ﴾ يُدْخِلُهُمُ الْجَنَّةَ عَرَّفَهَا لَهُمْ ﴿

(سورة محمد الاية: 6)

“Onları, kendilerine tanıttığı cennete koyacaktır.”

(Muhammed Suresi: 6)

Onun tadını dünyada almışlardır:

Gözlerin, herkesin gördüğü güzelliğimizi görseydi, başkaları için bizden kaçmazlardı

Kulakların güzel konuşmamızı işitseydi, gurur elbiseni üzerinden çıkarırdı, sen de bize gelirdin

Aşkın tadını bir zerre kadar alsaydın, aşkımız için kendini feda edenden, af dilerdin

Ve yakınlığımızdan sana bir ufak esinti gelseydi, bu hasret ve gurbetten ölürdün

Değerli Kardeşlerim, Gerçek mutluluk Allah ile bağ kurmaktır:

 ﴾ وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى ﴿

(سورة طه الاية: 124)

“Her kim de benim zikrimden (Kuran’dan) yüz çevirirse, mutlaka ona dar bir geçim vardır. Bir de onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.”

(Taha Suresi: 124)

  ﴾ أَلاَ بِذِكْرِ اللّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ ﴿

(سورة الرعد الاية: 28)

“Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur.”

(Rad Suresi: 28)

Gerçek şu ki, bunu ömrün sonunda değil, başlarında fark etmektir marifet:

 ﴾ لاَ يَنفَعُ نَفْسًا إِيمَانُهَا لَمْ تَكُنْ آمَنَتْ مِن قَبْلُ أَوْ كَسَبَتْ فِي إِيمَانِهَا خَيْرًا ﴿

(سورة الانعام الاية: 158)

“Daha önce iman etmemiş veya imanında bir hayır kazanmamış olan bir kimseye (o günkü) imanı fayda vermez.”

(Enam Suresi: 158)

İnsanların İman’ı Seçmesi, Zaman Meselesidir:

Değerli kardeşlerim, İmanı tercih etmen, sadece bir zaman meselesidir. Reddetmek veya kabul etmek için milyonlarca seçeneğin vardır. Bir işi, maaşı az olduğu için reddedebilirsin, bir eşi veya nişanlandığın genç kızı, kültürü hoşuna gitmediği için reddedebilirsin, yine bir evi küçük olduğu için istemeyebilirsin. Fakat imanı reddettiğin zaman kendi değerini düşürürsün:

 ﴾ وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نَفْسَهُ ﴿

(سورة البقرة الاية: 130)

“Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir?”

(Bakara Suresi:130)

Varlığının Sürekliliğini Nasıl Elde Edersin:

İmanı tercih etmen zaman meselesidir. O zaman, Güvenliğin ve selametin, varlığının sebebi olan sanatkârın talimatlarına uyman ile kemale, olgunluğa erişmen, Allah’a yakın olmakla gerçekleşmektedir. Bir üçüncü şey daha kaldı ki, o da, varlığının sürekliliğini sağlamak, işte o da çocuklarını iyi bir şekilde eğitmen ile elde edebileceğin bir şeydir. Zira Ebu Hureyre (r.a.) Rasulullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

( إذَا مَاتَ الإنْسَانُ اِنْقَطَعَ عَنْهُ عَمَلُهُ إلَّا مِنْ ثَلاَثَةٍ: إلاَّ مِنْ صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ، أوْ عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ، أوْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ )

(صحيح عند ابن خزيمة)

“İnsan Öldüğü zaman amel defteri kapanır ancak şu üç kişi müstesna: Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat bırakan kimse.”

(İbn Huzeyme’ye göre sahihtir)

Şam’ın büyük hatiplerinden biri vefat etmişti. Bu zat, hayattayken Emevi Camiinde hatipti. Emevi Camiinde onun için büyük bir taziye töreni düzenlendi. Günün sonunda oğlu minbere çıktı ve tıpkı babası gibi bir vaaz verdi. O zaman, kendi kendime dedim ki: Vallahi babası ölmedi, hala yaşıyor.

Evlendiğin ve çocukların olduğunda tıpkı Hz. Ömer’in dediği gibi: “ Vallahi eşime yaklaştığımda şehvetim için değil, sadece hayırlı bir evlat için yaklaşıyorum. Rabbimden benden sonra insanlara faydalı olacak evlatlar nasip etmesini diliyorum.”

Evlendiğin vakit, hayırlı, salih evlatlarının olacağını düşün. Zira şu hadis de bunu mana bakımından desteklemektedir:

( إذَا مَاتَ الإنْسَانُ اِنْقَطَعَ عَنْهُ عَمَلُهُ إلَّا مِنْ ثَلاَثَةٍ: إلاَّ مِنْ صَدَقَةٍ جَارِيَةٍ، أوْ عِلْمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ، أوْ وَلَدٍ صَالِحٍ يَدْعُو لَهُ )

(صحيح عند ابن خزيمة)

“İnsan Öldüğü zaman amel defteri kapanır ancak şu üç kişi müstesna: Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat bırakan kimse.”

(İbn Huzeyme’ye göre sahihtir)

Mutluluğa ancak Allah’a yaklaşmak ile ulaşabilirsin ki Allah’a yaklaşmak olumlu bir olgudur.

Dürüstlük, ‘yalan söylemedim, aldatmadım, gıybet etmedim, çalmadım, ihanet etmedim’ demendir. Bunların hepsi olumsuz eylemlerdir. Fakat Salih amel ise şöyle söylemendir: ‘Ey Allahım, malımdan, vaktimden feragat ettim, çaba harcadım, ilim meclislerine katıldım, evde rahat koltuğumda, çay, kahve, meyveler ve ziyafet eşliğinde, eşimle oturmak varken ben camiye gittim, bir saatlik ders için bir saat yolculuk yaptım, dönüşüm de bir saat süreceği halde, ilim için bu yolculuğa katlandım Allahım.’ İşte Allah’a yaklaşmak olumlu eylemlerden oluşur, olumsuz bir fiil barındırmaz. ‘Allahım, derse geldim, ilim aldım, kitap telif ettim, dernek kurdum, yetimhaneler, sağlık merkezleri açtım, hayır için çalıştım ve camiler inşa ettim.’

Değerli kardeşim, dürüstlük (doğruluk üzere olarak) ile teslim ol, Salih amellerinle de mutlu ol. Zira Salih amel seni yüceltir, çocuklarının eğitimi ile de sürekliliği elde etmiş olursun.

Eğer amel defterinin kapanmamasını istiyorsan, çocuğunu arkandan sana dua edecek hayırlı bir evlat olarak yetiştir:

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَاتَّبَعَتْهُمْ ذُرِّيَّتُهُم بِإِيمَانٍ أَلْحَقْنَا بِهِمْ ذُرِّيَّتَهُمْ ﴿
 ﴾ وَمَا أَلَتْنَاهُم مِّنْ عَمَلِهِم مِّن شَيْءٍ كُلُّ امْرِئٍ بِمَا كَسَبَ رَهِينٌ

(سورة الطور الاية: 21)

“İman eden ve nesilleri de iman konusunda kendilerinin yoluna uyanlar var ya, biz onların zürriyetlerini kendilerine kattık. Bununla beraber onların amellerinden hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazandığı karşılığında rehindir.”

(Tur Suresi: 21)

Biz onların zürriyetlerini kendilerine kattık ile kastedilen şey zürriyetlerinin amelidir.

İlahî Metodun Önemi:

Değerli kardeşlerim, bu metodun değerini bilmemiz için Allah Teala şöyle buyuruyor:

 ﴾ (الرَّحْمَنُ (1) عَلَّمَ الْقُرْآنَ (2) خَلَقَ الْإِنسَانَ (3) عَلَّمَهُ الْبَيَانَ (4) ﴿

(سورة الرحمن)

“(O) Rahman’dır. Kuran’ı, O öğretti. İnsanı, O yarattı. Ona, beyanı (idrak edip ifade etmeyi ve açıklamayı) O öğretti.”

(Rahman Suresi: 1-4)

Bu ayetlerin sıralamasına bakınca önemli bir soru ortaya çıkıyor: İnsana yaratılmadan önce Kuran’ın öğretilmesi mantığa uygun mudur?

 ﴾ (الرَّحْمَنُ (1) عَلَّمَ الْقُرْآنَ (2) خَلَقَ الْإِنسَانَ (3) عَلَّمَهُ الْبَيَانَ (4) ﴿

(سورة الرحمن)

“(O) Rahman’dır. Kuran’ı, O öğretti. İnsanı, O yarattı. Ona, beyanı (idrak edip ifade etmeyi ve açıklamayı) O öğretti.”

(Rahman Suresi: 1-4)

Bu mantıklı değildir. Fakat tefsir âlimleri şöyle diyorlar: Bu sıralama rütbe (önem) açısından bir sıralamadır zamanla bağlantılı değildir Yani insanın varoluşu ilahi metodun dışında gerçekleşmiştir manasına gelmez. Bunu, güzel bir şekilde açıklayacak bir örnek verelim; Son derece karmaşık, pahalı ama çok faydalı bir makine var ve sen makineyi aldın. Fakat ithalatta bir hata oluşmuş ve sana kullanım ve bakım talimatını göndermemişler. Eğer bu makineyi kullanım talimatı olmadan kullanırsan, bozarsın, maddi açıdan zarar edersin. Eğer bozulmasından korktuğun için kullanmazsan da yine verdiğin parayı boşuna vermiş olursun. O zaman bir sanatkârın ürettiği malın talimatnamesi, o maldan daha önemli değil midir?

 ﴾ (الرَّحْمَنُ (1) عَلَّمَ الْقُرْآنَ (2) خَلَقَ الْإِنسَانَ (3) عَلَّمَهُ الْبَيَانَ (4) ﴿

(سورة الرحمن)

“(O) Rahman’dır. Kuran’ı, O öğretti. İnsanı, O yarattı. Ona, beyanı (idrak edip ifade etmeyi ve açıklamayı) O öğretti.”

(Rahman Suresi: 1-4)

Tüm Sıkıntıların Ve Hataların Sebebi Cehalet Ve Yaratıcının Talimatlarına Uymamaktan Kaynaklanır:

Sizi temin ederim kardeşlerim, yeryüzünde hiçbir musibet yoktur ki, yaratıcının talimatlarına uymamaktan dolayı olmasın. Ve bu talimatlara uymamak da tamamen cehaletten, bilgisizlikten kaynaklanır. Cehalet ise insanın en azılı düşmanıdır. Cahil kimse kendine, düşmanının bile ona yapamayacağı kadar zarar verir.

Dünyayı istersen, ilim almalısın, ahireti istersen yine ilim almalısın, ikisini de istersen, yine ilim almalısın. İlim, sen ona tamamen kendini verdiğinde, sana ancak bir kısmını açar. Ama sen ona biraz kapını açarsan, tamamen kendini vermezsen, ondan da bir şey alamazsın. Kişi, ilim almaya devam ettikçe âlim sıfatına mazhar olur. Bildiğini zanneden, cahildir.

İlim talep eden kişi, dünya yerine ahireti tercih eder, ikisini de kazanır; cahil ise dünyayı tercih eder, ikisini de kaybeder.

Şam’da bir liseye başlamıştım. Burası en eski liselerden biriydi. Orada uzun yıllar okudum. Okulun girişindeki bir tabelada büyük harflerle şöyle yazıyordu: İlim rütbesi en yüksek rütbedir.

O zaman; Değerli Kardeşlerim, Yeryüzünde yaşayan altı bin milyon insandan, emniyeti, esenliği ve mutluluğu istemeyen yoktur. Tüm insanlar kendisini seven, emniyetini, olgunluğunu ve varlığının sürekliliğini isteyen varlıklar olarak yaratılmıştır. Emniyet ve esenlik, Allah’a itaat ve emirlerine uyarak, dürüst davranmakla; olgunluk O’na yaklaşmakla, varlığın sürekliliği ise, senden sonra insanlara faydalı olacak hayırlı evlatlar yetiştirmekle gerçekleşebilir.

İnsanın Varoluş Sebebi Nedir:

1- Sadece Allah’a ibadet, İnsanın Varoluş Sebebidir:

Şimdi, yeryüzünde var olma sebebimiz nedir? En başta dedik ki, varoluşunun sırrını bilirsen, eylemlerin doğru istikamette olur. Peki, yeryüzünde varoluşumuzun sebebi nedir? Kuran’ı açalım ve Allah Teâlâ ne diyor bir bakalım:

 ﴾ وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ ﴿

(سورة الذاريات الاية: 56)

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

(Zariyat Suresi: 56)

Yani yeryüzünde varoluş sebebimiz ibadettir:

 ﴾ وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ ﴿

(سورة الذاريات الاية: 56)

“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

(Zariyat Suresi: 56)

Varoluş sebebimiz ibadet olduğuna göre, Allah’a ibadet ettiğinde, varoluş hedefini gerçekleştirmiş olursun..

2- İbadet Kavramı, Daralır Ve Genişler:

Fakat ibadet kavramı çok genişletilebilen, aynı zamanda da cahillerce çok daraltılabilen bir kavramdır. Sadece namaz kılmak, oruç tutmak, zekat vermek olduğu zannedilir halbuki genişler, genişler ve hayatın her alanını kapsayan tam bir metot haline gelir. Ailenin yatak odasından başlar, uluslar arası ilişkilere kadar uzanır. Yani tam bir yöntemdir. İbadetin sadece namaz, oruç, hac, zekat ile sınırlı olduğunu düşünen insan, büyük bir vehim içindedir.

Şöyle dersem abartmış olmam: Allah Teala’nın metodu beş yüz bin maddeye kadar ulaşır. O’nun yöntemi hayatının her alanında seni sarar. Eve girerken sünnet olan özel bir dua vardır, yemeğe oturduğunda, eşine baktığında hep aynı şekildedir. Aynada kendine baktığında dersin ki: ‘Allahım suretimi güzel yarattığın gibi, siretimi de güzelleştir.’ Evden çıkarken, ‘Allahım sapmaktan veya saptırmaktan, hata yapmaktan veya hata yaptırmaktan, cehaletten ve cehalete neden olmaktan sana sığınırım’ diye dua edersin. Bir doktorsan ve cerrahi bir operasyon yapacaksan, ‘Allahım tüm güç ve kuvvetim sana aittir. Senin kudretine yöneldim ey sonsuz kuvvet sahibi!’ dersin.

3- Dünyadaki Her Davranış, Dini Hükümlere Göre Olmalıdır:

Bize farz olan, vacip olan, mendup, müstehap olan emirler vardır. Yine mübah kılınmış, tenzihen (helale yakın) ve tahrimen (harama yakın) mekruh kılınmış ve haram olup yasaklanmış fiiller vardır. Nitekim fıkhî hükmün kapsamayacağı, eylem, mekân, bağ, öfke ve rıza bulunmamaktadır.

4- Zarurî Olan İlmi Almanın Vacip Oluşu:

Fıkıh ilmini almak, her Müslüman üzerine kesin olarak vaciptir, farzdır. Emirlerini ve yasaklarını bilmeden Allah’a nasıl itaat edebilirsin? İlim meclislerine, emir ve yasakları öğrenmek için gidilir. İlim tercihe bırakılmış bir şey değildir, kesinlikle elde etmek gerekir. Paraşütle iniş yapan kişi, paraşütün şeklini, yuvarlak mı, oval mi, kare mi, dikdörtgen mi olduğunu bilmeyebilir. Yine kumaşının cinsini, endüstriyel mi, doğal mı olduğunu; iplerinin sayısını, dokusunun çeşidini, iplerin rengini bilmeyebilir.

Burada paraşütçünün bilmediği onlarca şey olabilir. Ama sadece bir şeyi bilmezse ölür, o da nasıl açıldığı. Paraşütün nasıl açıldığını bilmesi, zaruri olarak bilmesi gereken bir şeydir.

Bir aracı kullanırsın, ama mesela frenlerinin yapıldığı herhangi bir materyali bilmeyebilirsin?  Aerodinamikliği nasıl sağlanmış, acaba basıncı, demiri, bağlantıları nasıldır? Motoru nasıl üretilmiştir?  Motorun mekanizması nedir? Bunların hepsi bilmediğin şeyler olabilir. Ama bu aracın nasıl durdurulacağını bilmemen imkânsızdır. Aksi takdirde kesinlikle kaza yaparsın. Yine arabayı çalıştırmak, durdurmak, yoldan çıkarmak, bunlar hep mecburen bilmen gereken şeylerdir. Bilmemek gibi bir seçeneğin yoktur.

Sizi temin ederim, ABD Sağlık Kurulundan, İngiltere’den (FRCS), Fransa’dan (EDS), Arap Medikal Kurulundan en yüksek diploma ve sertifikaları almış bir doktor olsan, ama din konusunda eğitimsizsen, o konuda ümmi sayılırsın. Tıpkı bir din âliminin EKG çekmek ile ilgili ümmi, eğitimsiz olması gibi. Fakat bir doktor kalple ilgili her türlü bilgiye sahiptir. O zaman; İstediğin kadar iyi dereceli diploman olsun, din konusunda bilgisiz olabilirsin. Bu diploma seni âlim yapmaz. Bundan ötürü zaruri olarak öğrenilmesi gereken bir din ilmi de vardır. Bu ilim ise, her Müslüman üzerine farz-ı ayndır. Ama İslam Hukuk Tarihi, Karşılaştırmalı İslam Hukuku, Büyük Fakihlerin Delilleri, Tecvit ilmi, Feraiz ilmi (Miras Hukuku) gibi ilimler, farz-ı kifayedir. Her Müslümanın öğrenmesi zorunlu olan ilimler değildir. Fakat beş vakit namazı nasıl kılarsın? Nasıl oruç tutarsın? Nasıl haccedersin? Nasıl ticaret yaparsın? Nasıl evlenirsin? Evlilikte erkeğin ve kadının hakları nelerdir? Bu gibi konular dinin kesinlikle bilinmesi gereken mevzularıdır, tıpkı paraşütü açma bilgisi gibi. Eğer paraşütü açmayı bilmezsen, ancak ölü olarak yere inebilirsin.

Bir paraşütçüye, ilk düğmeye basıp açması gerektiğini söylemişlerdir, eğer o açmazsa, ikinci bir düğmeye basmalı, o da açmazsa üçüncü düğmeye basmalıdır. Yere indiğinde onu kışlaya getirecek bir araba bulmalıdır. Paraşütün ilk düğmesi sıkışsa, ikincisi ve üçüncüsü de sıkışıp açılmasa, paraşütçü der ki; ‘Sanırım aşağıda bir araba da bulamayacağım.’

Öyleyse zaruri olarak öğrenilmesi gereken bir ilim vardır. Bu ilim de İman’ın ve İslam’ın rükünlerinin ilmi, kişinin özel kişiliği ve mesleği ile alakalı fıkhî bilgidir.

Sen bir tüccarsın diyelim, dinde alım satım hükümlerini bilmelisin.

Bir avukatsın, doktorsun, öğretmensin, mesela ücret alma hükümleri, bir doktor işini tamamladığında değil, sadece muayene ettiğinde de ücret alabilir. Her mesleğin kendine has belirli hükümleri vardır. Eğer bu hükümleri bilmezsen, hatalar yapar, günaha girersin. Fıkhı bilmeden çarşıya giden kimse, istese de istemese de faiz yer, yani ilim talep etmek bizim için lüks bir şey değil hayati önem taşıyan bir şeydir. Çünkü ölümden sonra cennet ve cehennem vardır. Allah Teala niçin ölümü hayata tercih etti? Ve şöyle buyurdu:

 ﴾ الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا ﴿

(سورة الملك الاية: 2)

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır.”

(Mülk Suresi: 2)

Çünkü insan doğduğunda, önünde milyarlarca tercih vardır. Belki mühendis, belki doktor belki de pilot olacaktır. Bunun sınırı yoktur. İlkokula başlar ve eğitim sistemine dâhil olur. Öğretmeni onu ayağa kaldırır ve zeki bir çocuk olduğunu düşünür ve sorar: ‘Büyüdüğünde ne olmak istiyorsun?’ Cevap taklitten ibarettir: ‘Doktor, öğretmen, pilot, subay, âlim.’ Eğer cevap ‘kaçakçı olmak istiyorum’ şeklinde gelirse o zaman şaşırtıcı olur.

Değerli kardeşlerim, öğrenilmesi vacip olan bir ilim vardır ki, o da din ilmidir, İmanın, İslamın rükünleridir. Allah’ın kitabıdır, Kuran’ın tefsiridir, Peygamberimizin hadislerinin açıklamasıdır. Mesela şu anda kutlu doğum haftasındayız. Allah Teâlâ buyuruyor ki:

 ﴾ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا ﴿

(سورة الحشر الاية: 7)

“Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.”

(Haşr Suresi:7)

Ne emrettiğini, neyi yasakladığını bilmeden, nasıl emrettiklerine uyup, yasakladıklarından vazgeçebiliriz? O zaman fıkıh bilgisi her Müslüman üzerine vaciptir. Allah’ı bilirsin, Peki ona nasıl itaat edersin? Emirlerini bilmen gerekir tabi ki. Bu yüzden de Dini hükümleri bilmek esas meseledir. Hayatındaki bu temel nokta, rahatça, istediğin zaman, boş vakitlerinde elde edebileceğin bir şey olamaz.

Değerli kardeşlerim, Bu konunun yeterince açık olduğunu umuyorum. Zira özetle, ilim talep etmek, ilim almak kaçınılmaz bir şeydir.

Sen bir araçta yolculuk yapıyorsun. Ve bu araçta, uyarı ışıklarının olduğu bir tablo var. Orada bir ışık yanıp sönmeye başladığında, eğer bu ışığın süs olarak yanıp söndüğünü zannedersen, motor yanar, aracı durdurursun, yolculuk iptal olur ve hedefe de varamazsın. O gün için belki de elli bin lira ücret ödemek zorunda kalırsın. Ama eğer bu ışığın uyarı için yandığını bilirsen, aracı durdurursun, yağı bitmiştir, onu doldurursun, motoru da kurtarırsın, yolculuğuna da devam edip hedefe de ulaşırsın. Bu örnek çok nokta atışı bir örnektir.

Marifet, Durumu Olması Gerektiği Şekilde Anlamaktır:

Günümüzde medya iletişimi diye bir problem var. Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir olay, dakikalar içerisinde ayrıntılarıyla sana ulaşabiliyor. Şimdi burada marifet, o hadiseyi bilmek değildir, asıl marifet, olayı doğru şekilde anlayabilmektir.

Geçmişte, en önemli şey habere ulaşmaktı. Çok eski zamanlarda insanlar, şehirlerin girişlerinde durup, habercileri beklerlerdi. Şimdi ise müthiş bir medya iletişimi var. Medya konusunda bir devrim gerçekleşti. Her şeyden ayrıntılarıyla haberdar olabiliyorsun. Burada yapman gereken asıl şey, gelen haberlere ulaşabilmen değil, onun oluş sebebini iyi anlayabilmendir, tıpkı yanıp sönen yağ lambası gibi. Marifet, ‘o ışığın yanıp söndüğünü gördüm’ demen değildir, onu tabii ki görürsün, asıl marifet o ışığın neden yandığını bilmendir. İşte problem budur. Dolayısıyla ilim almak kaçınılmazdır.

İnsanın Hayatı Birkaç Günden İbarettir:

Gerçeği, hakikati araştırmak kesinlikle gerekli bir şeydir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

   وَالْعَصْرِ (1) إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ (2) إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا ﴿
﴾ (3)وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ 

(سورة العصر)

“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).”

(Asr Suresi)

Her insan, ziyan içindedir, çaresizdir, neden? Çünkü zaman onu tüketir. İnsan birkaç günden ibarettir. Bir günü tamamladığında, aslında ondan bir parça eksilmiş olur.  Her fecir vakti, ona şöyle seslenir: ‘Ey Âdemoğlu, ben yeni bir günüm, senin yaptıklarını görüyorum, benden alacaklarını al, çünkü kıyamet gününe kadar bir daha geri dönmeyeceğim.”

Sen birkaç günden ibaretsin. Değerli kardeşlerim, Allah’a yemin ederim ki, insanın tanımına uygun bundan daha derli toplu, daha yerli yerinde bir tanım bulamadım. Zira her bir günü geçirdiğinde, o gün senden bir parçanı alır götürür. Marifet, ömrünü sayarak geçirmen, ‘altmış yaşıma ulaştım’ demen değildir. Ne kadar rahatsız edici bir cümle olsa da ‘Geriye ne kadar kaldı?’ diyebilmelisin. Geçen günlerin hepsi, göz açıp kapayıncaya kadar bittiyse, bundan sonrakiler de öyle olacak. Ölüm ilanın duvara asılmış, dün yaşayan biriydin  şimdi ise geçmişte kaldın.!

Bir keresinde Fas’tan Şam’a gelen bir uçakta yolcuydum. Uçak bir süre Tunus’a indi. Benim pencerem, bagaj tarafındaydı. Oradan bir cenaze çıktı. Bu kişi, koltuğunda yolculuk yapan bir şahıstı, uçak bileti, pasaportu vardı. Ama sonra bir mal oldu. İnsandı, gümrükten geçirilen, belgeleri olan bir mal gibi eşya haline geldi, bagaja girdi.

Her İnsan Ziyandadır. Ancak…

Bu yüzden değerli kardeşlerim, Marifet ömrü geri sayım şeklinde sayabilmektir. Çünkü:

  ﴾ (وَالْعَصْرِ (1) إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ (2 ﴿

(سورة العصر)

“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir.”

(Asr Suresi:1-2)

Peki, bu hüsrandan kurtulanlar kimlerdir?

﴾ إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ ﴿

(سورة العصر)

“Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).”

(Asr Suresi: 3)

Yani, hakikati araştır, amel et, hakikate çağır. Ziyana uğramaktan kurtulmak için onu araştırırken, onunla amel ederken ve ona davet ederken karşılaştığın zorluklara sabret. Ona dua et, gördüklerine sabret, dine davet et ki, ziyan olmaktan kurtulasın:

   وَالْعَصْرِ (1) إِنَّ الْإِنسَانَ لَفِي خُسْرٍ (2) إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا ﴿
﴾ (3)وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ 

(سورة العصر)

“Andolsun zamana ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Ancak, iman edip de sâlih ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka (Onlar ziyanda değillerdir).”

(Asr Suresi)

Sonuç:

Mademki varlık sebebimiz Allah’a ibadettir, öyleyse gelecek derslerimizdeki konularımız ibadetin hakikati, türleri, düzeyi ve günlük yaşamdaki ibadetler ve muamelat hakkında olacaktır inşallah.

Metni indir

Mevcut Diller

Resmi Gizle